Pinobenidegotur

Montreal’de geçen üçüncü haftanın sonunda…

· Yeni dil, yeni ev, hayatımıza giren yeni oyun ablaları, yeni tedavi, yeni ve tatsız tuzsuz beslenme düzeni ile ortaya karışık bir yeni yazı... ·

March 30, 2017 Comments Off on Montreal’de geçen üçüncü haftanın sonunda…

Kanada’ya ve özellikle Quebec Bölgesi’ne yerleşmeyi düşünenler için bu blogdaki tek fayda sanırım ‘aaa bir Türk aile varmış’ noktasından öteye uzun bir süre geçemeyecek ama o da az buz bir motivasyon değil, inanın bana!

Üç haftayı geride bıraktık ve sular duruldu.

Üç haftanın sonunda blog benim ilkokuldaki günlüğüme dönmeye başladı hafiften ama şimdilik ancak bu kadar.

Kanada’ya ve özellikle Quebec Bölgesi’ne yerleşmeyi düşünenler için bu blogdaki tek fayda sanırım ‘aaa bir Türk aile varmış’ noktasından öteye uzun bir süre geçemeyecek ama o da az buz bir motivasyon değil, inanın bana! Selam olsun buradaki biricik tanıdığımız Türk Ailesi arkadaşlarımıza ve onları bizimle buluşturan Esra’cığıma:)

İnsanın yurtdışına yaşamak için yerleşmesi ile turist olarak gitmesi arasında dağlar kadar fark varmış, en azından bebekli Pino’nun deneyimi bunu gösterdi bana. Sabahtan akşama sokakta otuz bin adım atmalı şehir keşifleri nerede, benim ilk üç haftadaki buz puseti yürüyüşlerim nerede – hiç girmeyelim bu konulara.

Old Montreal yazısına kadar idare etmesi dileğiyle, bakınız Old Montreal

 

Bir Old Montreal turu yapmıştım sizin için; müzeler, tarihi mekanlar, cafeler, antikacılar, kırtasiyeler, çocuk mağazaları, oyuncakçılar, yürüyüş yolları vardı sözde tavsiye edeceğim, fotoğraflarını da çekmiştim, harika! Telefonum klozete düşüp mefta olunca o ilk turistik yazım da yalan oldu, artık kısmetse bir başka bahara. Türkiye’de yaşarken turistik ziyaret sıralamasında kısa ya da uzun hiçbir listeye girme şansı olmayan uzaklıkta bir şehirde yaşadığımdan, yolu Pasifik – Atlantik tarafına düşen herkes hedef kitlemi oluşturuyor gibi düşünebiliriz. Evet, hedef kitlemiz herkes, amipler de dahil! Gelin bizi ziyarete, bırakmayın yalnız başımıza! Hal böyleyken Montreal’i öyle bir allayıp pullayıp pazarlamam gerekiyor ki, seneye baharda Türk akını gerçekleşsin buraya. Bunun için ise bu seneki baharı bekliyoruz, dediklerine göre en fazla bir ay zaman kaldı kendisiyle kavuşmamıza.

Evet, o baharı bekliyoruz biz de kumrular gibi

Dönersek konumuza…

Dünya’nın üç kıtasında çeşitli ülkeleri geze geze kendine #pinobenidegotur dedirtmiş bir insan olarak, kendimi gittiğim yalnız veya eşli, dostlu, aileli seyahatlerin hiçbirinde bu kadar ‘yabancı ve yalnız’ hissetmemiştim. Ağlayarak geçirdiğim ilk New York seyahati dahil, net olarak söyleyebilirim ki; gittiğim gezdiğim, kısa uzun süreli ziyaret ettiğim tüm şehirlerin aksine bu Montreal’de ‘yalnızlık cidden ömür boyu’:) Sadece yalnızlık da değil. Anadili Fransızca olan başka ülkede bulunmadım desem, o da değil. Ama burada hiçbir şeyi anlamamak da ömür boyu. Montreal’e taşınmadan önce Galatasaray Üniversitesi’nde iki kur Fransızca dersi almış olmama ve sözde yol tarifi, market alışverişi, kişisel alışveriş, doktor ziyareti (ki Montreal’de hangi doktor ziyaretinden bahsettiğimizi ayrıca bir ara konuşalım), saatler, günler, ev arama işlemleri gibi gündelik hayatta ihtiyaç duyabileceğiniz çoğu şeyi öğrenmiş olmama rağmen diyaloglarım genelde ’Bonjour! Ça va?’ ve sonrasında gelen ilk cevapta ’En Anglais s’il vous plait’ ile İngilizceye hızlı bir geçişle devam ediyor. Burada devlet bizim ve bizimkine benzer farklı statülerle Kanada’ya, Quebec Bölgesi’ne yerleşenlere ücretsiz tam ya da yarı zamanlı Fransızca dil kursuna gitme imkanı sağlıyor. Hatta kursa gelenlere günlük yedi dolar gibi çocuk bakım desteği de sağlıyor. Ancak tabii çocuğunuzu emanet edecek birini bulabilirseniz. Buldunuz, güvenipte bırakabilirseniz. Yahut bizim durumumuzdaki gibi, her şeyi gidip uzmanına soran anne babalardansanız ve pedagogunuz size de ‘2 yaşından veya konuşmaya başlamadan önce kreşe vermeyi unut’ demişse bu kursları da unutup bir süre daha yazıldığı gibi okunmayan harf israfından ibaret bir dile içten içe gıcık olarak ömrünüze devam edebilirsiniz.

İçinde bisiklet geçen tabelalarda İngilizceyi ihmal etmemeleri kaderin bir cilvesi mi peki?

Kreş konusuna gelmişken…Burada annelerin doğum izni bir yıl. ‘Hey gidinin!’ dediğinizi duyar gibiyim:) Evet, işte onların hükümeti en az 3 tane doğurun gibi bir gaz verip çocuk yardımı diye de ellerine üç kuruş para tutuşturmak yerine buradaki annelere bir yıl doğum izni vermiş. Dolayısıyla da buradaki anneler bir yaşından sonra çocuklarını kreşe vermeye gayet alışıklar ve inanmazsınız kreşler de milyarlarca para vermediğiniz halde hiç de fena değil(miş). Henüz araştırmadım ama devlet kreşleri günlük yedi dolar, özel kreşler günlük yirmi dolar gibi bir bilgi var elimde ve bir de İstanbul’un Enka’sını hatırlatan ‘doğmadan sıraya girme’ bilgisi ki ansızın, hiç beklenmedik bir anda memleketinde gibi hissettiriyor insana:) Biz pedagog, psikolog, çocuk doktoru üçgeninden kreş konusunda ‘veto’ yediğimiz için ve sıraya girme konusundan henüz haberdar olduğumuzdan, bu haftasonuyla birlikte Atlas Bey’e bizim evin civarında kreş aramaya başlayacağız elbette, ama ancak önümüzdeki dönem ya da sene başlamak üzere.

Fotoğrafta kreşe giden penguen sürüsü görülmekte

Ev demişken de konu konuyu açsın ve ev bulduğumuz müjdesine gelsin sıra! Buraya gelirken duyduğumuz ‘Montreal’de Temmuz’dan önce zor’ söylemlerinin aksine şehir merkezinde Mayıs ayında yerleşebileceğimiz bir ev bulduk kısa sürede. Yok kijiji’den hiç faydalanmadık, dili bizim alıştığımız ‘sahibinden’ ilanlarına daha yakın olan louer ve sutton’ı ise sömürdük, bilginize ihtiyacınız olursa. Türkiye’deyken Atlas için hayalimde bahçeli / müstakil bir ev vardı, çocuk açıkhavada büyüsün çok isterdim elbette. Gözüme kestirdiğim, hatta buraya yerleşmeden okuduğum expat sitelerindeki yazılardan vurulduğum Plateau, Westmount, Mile End gibi semtler (ki burada 6 km ötdeki yere suburb diyorlar, böyle boş gözlerle bakıyorsunuz Kadıköy – Göztepe arası mesafede ne ara suburb yarattınız diye) vardı ama tamamı ‘babanın iş yerine yakın olma’ önceliği ile okul çağına kadar rafa kalktı. Nihayetinde burada da gidip yine bir daire tuttuk kendimize, kendimizce haklı sebeplerle. Trafik bu sebeplerden ilki mesela ve İstanbul’u aratmayacak boyutta. Montreal’de metro ağı (çoğu metropole kıyasla çok geniş denemeyecek halde ama) yaygın elbette (kaldı ki Montreal dediğimiz bir avuç içi yer, metro nereye yayılsın?), dolayısıyla trafikten metro ile kaçınmak da gayet mümkün ama şehirdeki çevre semtlerde kiralayacağınız müstakil evden işinize metroyla gidip gelmek günde 1.5 saat gibi bir zaman alabildiğinden; evde sizi dört gözle bekleyen bir taze tam zamanlı çocuk bakımında doz aşımına uğramış anne varken, hatta bazen o annenin sizin acil yardımınıza ihtiyacı olabiliyorken, hele ki etrafta yardım edebilecek başka kimse yokken o metro sizin aileye sökmüyor işte. Bir de kar var buralarda biliyorsunuz. Yağdımı bir seferde 50-100 cm yağabiliyor. Merkezdeyseniz sokağınızda bizim şu anki (bavullu yerleşik olduğumuz:)) evimizde olduğu gibi gece boyu bir kar küreme aracı sırf sizin sokağınızda çalışıp sabaha yolu kaymak gibi yapabiliyorken, çevre semtlerde (örneğin Cote de Neige’de – o expat sitelerinde sizin de hoşunuza giderse diye belirteyim dedim:)) aynı aracın sokağınıza gelmesi bazen üç gün sürebiliyor ve aracınızı yerinden çıkaramayıp, metroya bata çıka yürürken – kapınızın önünü temizlemek de size düşebiliyor(muş – bizim İzmirli türevi İspanyol arkadaşlarımızla görüştürebilirim ihtiyaç anında:)). Biz şimdilik karın keyfini ve eve erken gelen babanın konforunu sürelim istedik. Bu sayede de bilmeden McGill’e komşu gittik.

Baharda piknik fotoğrafları paylaşacağım McGill huzurlarınızda

McGill demişken:) Atlas’la tam zamanlı anneliği günde 13 saat icra ettiğim, içine yemek, çamaşır, temizlik, ütü gibi görevlerin de dahil olduğu yeni mesleğimin zirvelerinde dolaşıp; geceleri iki saatte bir (bazen saat başı) kalkıp emzirdiğim ve her akşam tavuk gibi 9’da uyuduğum günlerden birinde bende devreler yandı. Bir süredir uykuda olan romatizmalar ağrılar hortladı ve hatta bir sabah baktık ki bir parmakta eklemler rayından çıktı; bebeğin altını bezleyemez, muzunu ezemez hale geldim. Hadi dedik bana bir yardımcı bulalım ve mümkünse Türk olsun, dilinden anlayayım. Derhal buraya gelmeden Facebook’tan haberdar olduğumuz Montreal Türk Kadınlar Derneği’ni aradık ve Derneği’n McGill’de bebek bakımına yardımcı olmak isteyebilecek Türk öğrenciler olabilir açıklaması ile Montreal’deki günlerimizde resmen yeni bir dönem başlamış oldu. An itibariyle hayatımıza kattıkları birçok güzellikle birlikte, bu satırları uykusuzluktan ölerek yazmak yerine ayaklarımı uzatmış keyifle yazabilmemi de sağlayan dört oyun ablamız var artık evimizde. Gencecik, pırıl pırıl ve dünyanın en iyi üniversitelerinden birinde okuma hakkını kazanmış durumdalar. Aileleri için ne büyük gururdur bilemem ama yıllarca, 21 yaşında İstanbul’a gidip gayet aile destekli olsa da kendi ayaklarım üzerinde durdum diye kendiyle övünüp durmuş biri olarak halimden utana utana, her biriyle gurur duydum teker teker tanıdıkça. Yolları bizimle hakettiklerinin çok altında bir yerde buluşmuş olsa da; umarım en güzelinden, en gönüllerince işler onların olur en kısa zamanda!

Anne yemek yaparken yalnız oyun oynamalara elveda!

Bir de temizliğe yardıma gelecek Denizli’li Ayşe Hanımımız varki yarın tanışacağız kendisiyle, Türkiye’de temizliğe yardıma gelen emektar teyzelerimizin hakkını ne ödememişiz dedirtecek kadar ‘kalifiye ücretli’ bir kişi kendisi. ‘Oralarda temizliği kendin yapacaksan, hööğ çok pahalı’ diyen herkesi çok haklı çıkarırcasına burada temizlik işindeki hizmetin saat ücreti 20 dolar, varın siz hesap edin gerisini. Ya da artrit olmayın, kendiniz görün işinizi.

Hazır artrit olmuşken, yemeklere koymayı unuttuğum tuzun da bir önemi kalmadığının müjdesiyle kapatayım bu haftanın özetini. Geçtiğimiz bir haftada kortizonun damarlarımda dolaşmaya başlamasıyla tuz, şeker, un ve yağ da maaile hayatımızdan uzaklaştı hızla. Hamur işiyle çikolatayı anne sütü kadar değerli bulan bünyem için hayat durdu kısaca. Yemek yemekten duyulan hazza dair ne varsa hepsi devre dışı kaldı bir anda. Onların yerlerini alan bol sebze, meyve, et, tavuk, balık ve kinoa, kinoa ve yine kinoa ise damarlarımızda şifa niyetine dolaşmaya başladı bile aynı hızla. Bir bu eksikti vallahi ve bunun da eklenmesi ile alışverişlerimizde sodyum, potasyum, glikoz vs içeriğine bakarak yaşamayı alışkanlık haline getirme çabalarımız ise devam ediyor diğer yanda…İnsanın böyle durumlarda anında ulaşabildiği, bakınız Canan Aksoy gibi gece yarısı demeden oturup o saatte bir diet listesi yazabilen, hatta alışverişten gönderdiğiniz ürün içeriklerine göre ürün seçmenize yardım eden bir dietisyeninin olması ne büyük mutlulukmuş! Burada sağlık sistemiyle ilgili duyduğumuz tüm ‘orada sakın hasta olmayın(gülen surat)’ netliğindeki uyarılar sonrasında, alo dediniz mi ulaşabildiğiniz ve sizi aciz hissettirmeyen bir hocaların hocası romatolog (inşallah ihtiyacınız olmasın ama alanında uzmanı pek zor bulunduğundan olurda ihtiyacınız olursa) Orhan Aral da aklınızda olsun mutlaka.

Bundan sonraki yazılarda inanamasam da gelen sorular üzerinden ilerleyip, buraya yerleşme kararını nasıl ve neden aldığımıza, çocuğumuzu bu sürece nasıl hazırladığımıza değineceğim ki; gelişimizin iş nedeniyle olması bir yana, aslında nasıl / neden her şey çocuğa dayandığından tüm sorular tek yazıda, tek bir özne üzerinden örneklendirilerek anlatılabilir durumda: Bkz. Attiko insanı! Onun 13. ay yazısı var bir de sırada. Bana ‘aslan annem’ yapmaya başladığından da bahsedeceğim o yazıda:)

The one and only Attiko Paşa

Haftayı özetledim, yazıyı da yurt dışına taşınmayı planlayanlar için bir benzetmeyle bitireyim…Bir dönem bankacılığa maruz kalmış biri olarak sanırım durumumuzu en iyi ana para garantili yatırım fonlarıyla ifade edebilirim:) Riskli ve yüksek getirili ana para korumalı yatırım fonları vardır döviz cinsinden, artık dolar ya da euro hangisi daha hesabınıza uyuyorsa. Bu fonlara yatırım yapar ve vade sonunda aldığınız risk karşılığında ya o döviz cinsine ortalama piyasa faizleriyle alabileceğinizin çok üzerinde bir faiz alıp, maddi olarak kazançlı çıkarsınız ya da işler ters gitmiştir ve faiz havaya uçsa da ana paranızı aynı döviz cinsinden geri almışsınızdır artık ne kadar yatırıldıysa. Yazdıkça farkediyorum ki ana para garantili yatırım fonları bile bizim gibi yurtdışına taşınanların aldığından daha az risk içeriyormuş. Bizim durumumuzda ana para garantisi olarak vaktiyle pılını pırtını toplayıp, her şeyini sıfırlayıp ayrıldığın memleketine gerisin geri dönme ihtimali her daim geçerli olsa da, memlekette geride bıraktığın evin-işin yerinde durmadığı gibi, yatırımın boyunca katlandığın özlem / gurbetlik / yalnızlık gibi maneviyattan ana para garantisine dahil olmayan durumlarla hesap daha kabarık aslında. Olay ‘Oh! Ben anaparamı aldım çıktım…’ kadar kolay bir deneyip yanılma olmadığından da tüm deneyecekler gibi, bizim de yatırdığımızın maddi / manevi getirisi bol ve yolumuz da her daim açık olsun inşallah.

Bu hafta anladık ki her şeyin başı sağlık,

Siz de kalın sağlıcakla!

Pino

Pınarthepino

Expat wife, ex media strategist, recently a full time mom, chief travel-dreams officer, aspiring cyclist, rookie blogger, habitual writer, new Montrealer...

RELATED POSTS