Acısıyla, tatlısıyla, mastitiyle, soğuk sıcak kompresleriyle, toplu iğneyle açılmış tıkalı kanallarıyla, süt saklama poşetleriyle, vır vır sesinde arada uyuya kaldığım süt sağma makinesiyle, hurmasıyla…Atlas’la bir yolculuğun daha sonuna geldik…
Atlas’la bir yolculuğun daha sonuna geldik…
Öncekilerden daha beklenmedik bir anda, ansızın bitti bu yolculuğumuz, bana da sürpriz oldu.
Doğduğundan beri anne – evlat yolculuğumuzda bir çok son gördük ama bu bitiş bana koydu.
İçimden bir parça, o paylaşıma yakıştırdığım tüm masumiyet ile birlikte koptu ve mazi oldu.
Minik bir bebekken, Atlas’ı kucağımdan indirmediğim, indiremediğim günlerim oldu; göğsümde uyuttuğum, emzirerek daldırdığım…
Çok hızlı büyüyecek, kıymetini bil dediler.
Bunu diyenlere hak verdiğim günler de oldu, kızdığım günler de.
Gerçekten çok hızlı geçti zaman…
Levent’te oturduğumuz, Montreal’e taşınırken farkettiğim üzere ‘dünyaya geldiği evde’ki odasında belirli bir köşemiz vardı. Dikkati dağılmasın da uykuya dalabilsin diye uydurduğum bir ninniyi o köşede defalarca söylediğim, her gün aynı şekilde onu kucağımda salladığım, baktım olmuyor dans ettiğim, baktım o da olmuyor altın vuruşu yapıp sayarak zıpladığım günler oldu.
O duvarı, duvar kağıdındaki bulutları izleye izleye, ezber ede ede düşüncelere daldığım, Atlas’ın uykuya dalmasını sabırsızca beklediğim günler.
Belim koptu, kollarım, sırtım bir hal oldu.
Derken geçmeyecek sandım, ama geçti.
Pusetine oturmadığı günler, aylar oldu, neredeyse yıl oluyordu. Pusete oturmayı sevmeyen bebek mi olur diye isyan ettim ama hala sevmese de günü geldi, oturdu.
Oto koltuğunu hiç sevmedi, hala da sevmez. Oto koltuğunda oturmayan bebek mi olur diye isyan ettim, hala daha otururken yediğim tekme tokattan sonra isyan ederim ama oturdu mu oturdu.
Biberon almadığı günler, aylar oldu. Doğum izninden işe dönemeyip, iznimi uzattım. Hiç bitmeyecek, o plastik mememsi şey ağzına hiçbir zaman girmeyecek sandım. Neticede o da oldu, Atlas biberon alır oldu.
Akşam uykusuna benden başka kimsenin onu yatıramadığı günler oldu. Yıktı ortalığı, bastı yaygarayı. Aylarca ve saatlerce akşam uykusuna dalsın diye kimseden yardım alamadığım, annemin bana, benim yavruma yandığım günler oldu. O gülen gözlerine bayıldığınız Atlas bir ağladı, benim sonum, intiharımın eşiği oldu.
Bilen bilir gürdür sesi. Ağladı mı kaçacak delik arasınız. Doğum yaptığımda hemşire ailelerimize ‘agresif’ demişti Atlas için. Gürül gürül ağlıyor, kodumu oturtuyordu. Biz de kızmıştık zavallı hemşireye, ‘yeni doğmuş bebeğe agresif denir mi hiç’ diye. Meğer her gün onlarca bebeğin doğumuna şahit olan hemşirenin bir bildiği varmış.
İşte o o bitmeyecek sandığım bir tek benimle uyuduğu akşamların da sonu geldi, onlar da mazi oldu.
Gördüğüm en saçma emekleyen bebekti; bir dizini hiç eskitmedi, diğerini bol keseden kullandı. Derken emeklediği günlerin videolarına bakıp gözlerimizin dolduğu günler geldi, Atlas ayaklandı.
Montreal’e gelir gelmez emeklemeyi kesti, paytak paytak düşe kalka yürür oldu. Belki de çıktığımız yeni yolda o da işin sırrına vakıf oldu. Tek başına ayakta durmayı, ayakları yere sağlam basmayı ilk burada öğrendi. Kıymetini bil, zaman çok çabuk geçecek, çok hızlı büyeyecek dediler. Ah keşke bir koşmasa dediğimiz günler geldi, paytak adımları anı oldu.
Ah! Yatağına alışır mı ki derdik, yatağını geçtim, yastığına alıştığı, uyku vakti gelince poposunu havaya dikip başını yastığına koyup yüzükoyun yattığı günler geldi, istek ninnide bulunduğu.
Daha uzatırsam yazıyı yazdığım yerde gözyaşlarına boğulacağım. Uzatmayayım…
Yüreğimin nazlı teli, içli balığım…19 ay, 5 günlük olduğu gün emmeyi bıraktı. Anne sütü, emzirmek ve beraberindeki tüm özel anlarımız, bakışmalarımız, yanaklarımıza dokunuşlarımız, yeni yeni başlayan ‘öbüüür’ diye sağdan sola, soldan sağa salınışlarımız da hızla geçen zamana kurban verdiğimiz tüm masum alışkanlıklarımız gibi mazi oldu. Nasıl olacak, acaba ne yapsam derken, geceleri uyanıp ‘emmeeeğ’ diye kendini yatakta oradan oraya atarken, akşam eve geldiğimde bir dakikayı geçirmişsem ve meme henüz ağzına girmemişse ‘anneeeğ emmeeeğ’ diye kendini yerden yere atarken bir sabah uyandı ve anne sütünü bıraktı.
Hamileliğimin son haftalarıydı, artık okuduklarımızdan mı duyduklarımızdan mı korkmuştuk bilmem, göğsümden süt geldiğini farkedince eşimle havalara uçmuştuk.
Doğum yaptığım hastanenin emzirme hemşiresi nasıl emzirileceğini gösterdiğinde ve her şey yolunda gittiğinde dünyalar benim olmuştu. Sütüm olmayabilirdi de, emziremeyebilirdim de ama gönlümden geçen olmuştu.
Sonrası malum; hurmalar, günde 4 litre su, emzirme sütyenleri, süt lekeli bilimum kıyafet, emzirme atletleri, emzirmeye müsait kıyafetler, bir yerden sonra ‘başlarım örtüsüne’ deyip ulu orta emzirmeler, her yerde kamuya mal olan göğüsler, anlamını yitiren estetik kaygılar…
Atlas’ı 3 aylık olduğu günden, 15.5 aylık olduğu güne kadar bir iki istisna dışında her gece 2 saatte bir emzirdim. Seni kullanıyor dediler, su ver dediler, emzirme dediler, öyle dediler böyle dediler…Emzirdim. Demek ki bir yılı aşkın süre uyumadım. O uykusuzluk, o iki saatte bir emzirmeler hiç bitmeyecek sandım. Bitti.
Yine günlerden bir gün, Atlas daha altı aylıkken, bir doktor çıkıp acilen emzirmeyi bırakıp şu şu şu ilaçlara başlaman lazım dediğinde canımın sayılı yandığı ağlama krizlerinden birine tutulup, Atlas’ın gözlerinin içine baka baka yolun sonuna geldiğimizi düşünerek onu emzirdiğim bir gün var ki, çok şükür daha gidilecek yolumuz vardı da bu yazı bugüne kısmet oldu. Günü gelince anlatırsın, anlar, bu kadar sık emmez dediler; dedim ‘ay dede çıkınca emeceğiz’, ‘güneş açınca yine emeceğiz’ ve bu defa anladı, ısrar etmedi, azalttık.
Sonra geçenlerde Vancouver’dan döndüğümüz hafta jetlag ile maaile boğuşurken bir sabah gözümüzü açtık ki bakıcı teyzemiz eve gelmiş, saat onu geçmiş ve biz uyanmamışız. Kreşi kaçırmışız, içeri gireni bile duymamışız. Çok sevdiğimiz Wiyoo’muzu görünce mutluluktan aklı mı karıştı artık neyse Atlas’ın emmeğsi aklına gelmedi. Ben de sormadım. Akşam oldu, ay dede çıktı, emmeğ yine ortada yoktu. Ertesi sabah oldu, ertesi akşam oldu, haftasonu geldi, üçüncü gün de ay dede varken emmeğ haykırışları duyulmadı derken dördüncü günün sabahı dilimi ısıra ısıra baba insanı müjdeyi duydu. O derece! Kendime nazarım değmesin ya diye diye, hatta anneme bile haberi bir haftanın sonunda verecek kadar emin olmayı bekleyerek bu da oldu. Anne sütü, emzirmek ve beraberindeki tüm özel anlarımız, bakışmalarımız, yanaklarımıza dokunuşlarımız da hızla geçen zamana kurban verdiğimiz tüm masum alışkanlıklarımız gibi mazi oldu.
Bitmeyecek, kıyametler kopacak, çok zor olacak, kanırtacak sandığımız bu yolculuğumuzun da sonuna geldik. Annelik ile bana bahşedilen en özel zamanlardan biri, bu işin en mucizevi taraflarından biri daha bitmeyecek sanırken son buldu.
19 ay, 5 gün olmuştu…
Sütün yetmiyorsa diyenlerim, daha sık emzir diyenlerim, emziriyorsun ama bakalım süt geliyor mu diyenlerim, bir şey yutkunuyor mu ki diyenlerim, ne kadar emzireceksin diyenlerim, artık emzirmesen mi diyenlerim, yok artık iki yaşına kadar emzirmek bence sapıklık diyenlerim, sadece anne sütü yetmez su verelim diyenlerim, bilenlerim, bilmeyenlerim…Hani Allah’la kulu arasındadır ya, gelecek nesiller için dileğim anneyle bebeği arasında bari bunda huzur verin:)
Acısıyla, mastitiyle, soğuk sıcak kompresleriyle, toplu iğneyle açılmış tıkalı kanallarıyla, süt saklama poşetleriyle, vır vır sesiyle arada uyuya kaldığım süt sağma makinesiyle, hurmasıyla…
19 ay, 5 günüm…Çok müteşekkirim…Hoşçakalın!