Bu gece biraz kırığım.
Anneannemin ölüm yıldönümü geldi,
İlk gözağrımız Aliş’in birinci doğumgününden bir önceki günün yıldönümü…
Cinnah’taki Amerikan Kültür’den çıkıyorum,
Üniversite birinci sınıfım…
Babam beni alıp hemen yakındaki evimize götürüyor, annem yine Hacettepe’nin acilinde, anneanneme bir şey olmuş.
Babaaannem evde, dua ediyor.
Babam acilden eve dönülür düşüncesiyle yanımda olsa gerek, bir şeyler ters gidiyor, beni de alıp acile götürüyor.
Gerisi hayal meyal…
Annemin doktorların kapıda girip çıkıp koşturdukları bir anı anlattığını hatılarım, bir de acilde soluk sarı bir kapı, annemin hayal meyal görüntüsü, dedemin efkarı…
Nispeten çocuk sayılacak yaşta, anneme ’48 sene annenle yaşadın anneciğim, keşke hepimize nasip olsa, üzülme ne olur’ dediğimi biliyorum. Artık, inşallah hastanede o gece dememişimdir diye kendimi ayıplayacak yaştayım.
Annem annesini doyamadan kaybetti biliyorum,
Ben o yaşta ama anneannesini pek de tanıyamadan kaybetmiş bir Pınar olarak kaldım.
48 olmama 13 sene kalmış, ah o çocuk aklım!
En büyük teyzem dün bu fotoğrafı paylaşıp demiş ki; ‘sana ilk kavuşan Faruk’cuğumla ışıklar içinde olun’.
Ah canım! Kıyamam! Ne kadar acı!
Daha acısı fotoğrafta anneannemi sarılıp öpen en küçük çocuğu ve annemlerin en küçük kardeşi, dayıcığın da kapıdaki 1 Kasım’ı!
Ve ailenin ilk gözağrısı Aliş’in Cumhuriyet çocuğu annesi, anne yarım Nemis’in 29 Ekim’deki doğumgünü.
Bebeğinin ilk doğum gününde anneannesinin cenazesine Ankara’ya gelen anne yarım.
Karşıyaka’daki yamaçta siyah giyinmiş yürüdüğünü, Bilge Abla ya da Kağan’ın yanına yetiştiğini hatırlarım.
Neden böyle yazıldı acaba bizim sonbaharla kavusmamız?
Bu gece biraz kırığım.
Tüm canlarımın kırık dökük hüzünlü hatıralarından sımsıkı sarıldım; adeta yanlarındayım.
Nurlar içinde, ışıklarda uyuyun anneannem, dayım-canım!