Ben Pınar. 34 yaşımda kendimi tanımlamama yardım eden birçok faktörle birlikte ailemi ve öykümü geride bırakarak eşim ve 1 yaşındaki çocuğum ile birlikte Kanada’ya yerleştim. Son 1.5 yıldır ve önümüzdeki birçok yılda nerede, ne şartlarda yaşayacağım belli değil. Tüm belirsizliğine ve alışageldiğim kalifikasyonlara uzaklığına rağmen, hakkıyla baktığım zaman emek vermeye değer güzel bir hikayem olduğuna ayıp, kendime haksızlık etmekten vazgeçtim. Yarının ne getireceği belirsiz, ben bugüne hakkını verdim. Gelecekle geldiği zaman ilgileneceğim.
Türkiye seyahati öncesi görünürde her şeyin yolunda olduğu, içimde ise fırtınaların koptuğu bir dönem. Hafta sonları Atlas’ı güvenli ellere emanet edip Sercan’la yürüyüşlere çıkıyoruz. İyi değilim! Öfkeliyim, kararsızım, kendimce çok haklıyım, gereksiz gerginim, rahatsızım…Yürüyorum; bütün şehri, baştan aşağı, sağdan sola, enlemesine, boylamasına. Belki saatlerce konuşuyoruz, tamam diyoruz hallettik, hooop üzerinden bir hafta geçiyor bir bakıyoruz yine yollardayız, yine Pınar’ın içini açıyoruz, bir şey var, her neyse bulsak rahatlayacağız, yürüyor da yürüyoruz. Olmuyor, olduramıyoruz. İndiriyoruz, kaldırıyoruz derken bir gün ömürlük sevgili diyor ki ‘Bence sen kendinle mutlu değilsin, gel buradan başlayalım…’
Başlıyoruz…
Ömürlük sevgilinin peşine takılıp çok seve isteye Montreal’e taşınmışım. Geride 35 yıllık bir ömür, koskoca bir aile, dostlar, arkadaşlar, alışkanlıklar, düzen ve bir de tabii kariyer bırakmışım. Çok yazdım bu konuda, çok dert yandım; fakat demek ki gönlümce bir çare de bulamamışım ki, söylemeye dilimin varmadığını, kendimle mutlu olmadığımı duyduğum an ayıldım.
Gidenler, çoğumuz yaşıyoruz bunu; ben neye yarıyorum, ne ile değerliyim, kendimi ne ile tanımlıyorum soruları arasında savruluyoruz. Çalışan insandan çalışmayan insana geçme hali, bazıları için ’aman ne var bunda’ dedirtecek kadar anlaşılmaz ama, gitmiş olup da ‘eski kendisi’ gibi olamamışlar için oldukça iç acıtıcı. İstese de çalışamayanı, çalışma vizesine sponsor bulamayanı, çalışma vizesi olup da yaşadığı yerin dilini bilmeyeni, eski titresinin beş seviye altı pozisyon önerileni, eğitimine yeniden başlayanı, kendini sıfırlayanı, diplomasına denklik arayanı, dil okullarının kapısını aşındıranı…Kimi ararsanız burada. Buradayız. Henüz üzerimizden çıkarmadığımız pijamalarla soğan doğrarken, Vileda elimizde Felis ödül töreninde kazanaların fotoğraflarını like’larken, Adliye’den çıkan arkadaşımızdan yarıda bıraktığımız davanın neticesini dinlerken bir yandan da puset itelerken, ‘ben ne olacağım’ noktasındayız. Demek bu da göçmenlikle birçok şeyin üstesinden tek başına gelebilmiş bizlerin zayıf noktamız.
Diyecekseniz ki ‘Pınar sen bir şirket kurdun, Göçmen Anneler’in de var, blogunda yazıyorsun’…Olabilir! Olsun… Montreal’e seve isteye geldim, geldim ama geldim geleli önüme sunulan ‘belirsizlik’ ile gönlümce yeni baştan bir kariyer inşa edemeyişimin bana dayatılması ile barışamadım, işte tam orada oldurabildiklerimle mutlu olamadım.
Malum expat bir kocanın işi nedeniyle Kanada’da bulunarak dinlediğim abartısız binlerce Kanada göçmenliği hikayesine nazaran şanslıların çok net arasında olduğumun çok farkındayım. Fakat benim bir ‘belirsizliğim’ var ki, ondan dertliyim, ondan yana şanssızlığım. Expat kocanın şirketi geldik geleli kapımızda, gelmişiz, bismillah daha bir ay olmuş, tutturmuşlar yeni projeye gideceksiniz diye; rota bir İspanya’yı göstermiş, bir İngiltere’yi, gün gelmiş Fas demişler, gün gelmiş Şili. Amerika’nın çeşitli eyaletlerinde olasılıklar yükselmiş, azalmış, belki de Kolombiya’ya kadar yolu var demişler, ister misiniz İrlanda, bak hatta İtalya da var, neden olmasın? Yola Kanada diye çıktığımız bir serüvende 1.5 yılda düzen sevdalısı bünyeme fazla gelen bir aksiyon yaşadık. Üstelik ‘sevmiştim de’, ‘görür görmez aşık olmuştum da’, diye diye şehirden kopma ihtimalinin ‘ayrılık acısını’ da tattım. Plan program insanıyım diye şahsıma ders illa ki böyle mi verilmeliydi, hayat illa ki böyle tekme tokat mı öğretmeliydi ‘suyun yolunu bulacağını’, ‘akışa bırakmayı’, ‘belirsizlik sevmem’ demenin büyük söz söylemek olduğunu. Sağlam sınandım.
Neyse…
Neticede 1.5 yıl içinde buraya gelirken aklımdan geçenlerin hiçbirini gerçekleştirmedim. Ne de olsa ve her an gidebiliriz diye Fransızca öğrenmedim mesela. Vermem gereken mesleki sınavların hiçbirini vermedim, devamında atılacağım yolda önümü görememekten alıkoydum kendimi aklımdakilerden.
Ne mi yaptım? Sanal, portatif, taşınabilir bir iş hayatı yarattım kendime…
Önce İrlanda göçmeni bir arkadaşımla Göçmen Anneler’i yarattık, ‘valla ben Facebook’ta zaman harcamıyorum’ diyenlere içerleyip (evet burun kıvırılmasına gıcığım) birçok insanın hayatına dokunduk, kalpten uluslararası bağlar kurduk, hayatımda ilk kez gönüllü bir işten manevi haz duymanın ne demek olduğunu anladım. İhya oldum, kanatlanıp uçtum. Sonra hiç aklımda yokken, Kanada göçmeni bir arkadaşımla bir de baktım bir danışmanlık şirketimiz olmuş, bildiğiniz kendi işimizin patronuyuz. İçinde maddiyat olan bir işte, kendi namına para kazanmanın ayıp olmadığını, zamanının ve emeğinin -her medeni toplum insanı için geçerli olduğu gibi- bedelinin para ile ölçüldüğünü anladım. Bunu bir de anlatmayı denedim, insanımızın ticaret ahlakı ile sınandım. Dost kazandım, maddi ölçekli bir ortaklık ne demekmiş ve nasıl maddiyat hiç sorun olmazmışın dersini haneme yazdım. Blogu bu dönemde boşladım, yazma aşkımı Instagram ile taze tuttum, yazdıkça birilerine dokundu sözlerim, bir kez daha Kanada’daki belirsiz dünyamda ‘ne güzel yazmışsın’larla ihya oldum.
Fakat tam anlamıyla mutlu olamadım. Olamamışım yani, en güvendiğim omuzda sızlanırken, omuz omuza vermiş yine bir gün yürürken koca insanım ile buna aydık.
Belirsizlikten, o belirsizliğin ucuna takılıp gerçekleştirmek istediğim şeyleri ötelemekten baymıştım, baymıştık.
Ben ki kendimi anne olunca ‘tamam olacağım’ sanıyordum, meğer annelikle kendimi tanımlamaya alışık olduğum kariyer odağından sadece hafifçe sapmışım.
Peki ne yaptım, aslında ne yaptık?
Yolda düzmeye alışık olduğumuz kervanımız için oturduk ‘Eylül kararları’ aldık.
Önceliklerimizi sıraladık.
Neredeyse her birkaç ayda bir önümüze gelen yeni ülkeye taşınma ihtimaline inat, kalktık, yaşamak istediğimiz adaya taşındık.
Atlas’ın hep gitmesini istediğimiz okuldan ‘yer açıldı’ diye aradıklarında sanki hiçbir yere gitmeyecekmişiz de, çocuk hep orada okuyacakmış gibi sevinip, hemen kaydını taşıdık.
Belirsizlik içinde düzen kurduk, gerekirse yarın gitmeye, kalırsak kök salmaya hazır.
Her seçeneği kabullendik, başımıza geleceğin hayrına inandık.
Özgeçmişimi güncelledik, 1.5 yılda kendimce değersizleştirdiğim yeni titre ve iş tanımlarımı o kağıda hakkıyla sıraladık.
Beni okullara yazdırdık, ya gidersek demedik, kalma ihtimaline odaklandık.
O esnada ben Fransızca’nın kapılarına 3. kez dayandım, akademiyle flörtümü canlandırdım.
Profesyonel öğrencilikti benim Türkiye’deki mesleğim, orada bile kimselere bir türlü anlatamadığımı bir gün bir kahvelik sohbette anlayan birine rastladım.
Yine şanslıydım.
Bu satırları yazmadan beş dakika önce Göçmen Anneler’in gönüllü psikoloğu Elvin Aydın Keleş benimle şu yazıyı paylaştı: Coping with Change. Elvin yazıda diyor ki; ‘’Hayatımızdaki değişim ile başa çıkmak için yeni bir öykü, ‘narrative’ yaratmalıyız. Öykü denen şey, ‘sen kimsin?’, ‘sen ne yaparsın?’ sorularına verilen cevaptır ve alışageldiğimiz öykümüzü değiştirmek, kendimiz ve çevremiz için kim olduğumuzun yanıtının kaybı, acı vericidir. Göç ettiyseniz, sağlığınızı yitirdiyseniz, okul değiştirdiyseniz ya da terk edildiyseniz, muazzam bir kayıp yaşıyorsunuzdur. Bu kayıpla başa çıkmak ve öykünüzü yeni baştan yazabilmek için ‘insanlarla konuşmak’, hikayenizi anlatmak iyi bir başlangıçtır. Eğer konuşacak kimseniz yoksa, günlük tutun, kendinizi yeniden bulana kadar kelimelerinizi yan yana koyun…’’
Elvin’in yazısından çok etkilendim ve oturdum bunları sizlere yazdım, anlattım, günceme ekledim.
Ben Ayten Pınar Erbaş Erdurmaz. 34 yaşımda kendimi tanımlamama yardım eden birçok faktörle birlikte ailemi ve öykümü geride bırakarak eşim ve 1 yaşındaki çocuğum ile birlikte Kanada’ya taşındım. Son 1.5 yıldır ve önümüzdeki birçok yılda nerede, ne şartlarda yaşayacağım belli değil. Tüm belirsizliğine ve alışageldiğim kalifikasyonlara uzaklığına rağmen, hakkıyla baktığım zaman emek vermeye değer güzel bir hikayem olduğuna ayıp, kendime haksızlık etmekten vazgeçtim. Yarının ne getireceği belirsiz, ben bugüne hakkını verdim. Gelecekle geldiği zaman ilgileneceğim.
Sevgiyle kalın,
Güzel öykülerinizle var olun,
İyi ki okudunuz!
Sağolun 🙂
Burcu Katmer
Sevgili Pınar,
Tam da olması gereken anda, kelimelerin tek tek kalbime dokundu.
Çok uzun yazabilirim ama çok uzun yazmasam da hissedilecegimi hissediyorum.
Ben de anneyim, hani şu geçen gün Instagramda yazdıgım, ‘memesii’ şarkısının sahibi Yaz kızın annesi 😊
Wauw ‘ben bir anneyim’ cümlesi ne ciddi, ne yüklü geldi 😊
Senin tanımlamanda kendimi tanımlamalarımı buldum.
Benim yol arkadaşım da bugün İsviçre yolcusu, görüşmeler yolunda giderse biz de yeni bir yola çıkıyoruz.
Ona da hep söylüyorum, ‘hiçbir şeyden değil ama bazen kendimden korkuyorum’ . ‘Orda kendimle girecegim mücadeleden, sizi, yaşadığım yeri, güzel şeyleri duyamazsam bazen, göremezsem…’
Ve Ona beni ayakta tutacagını söyledigim iki şey var, hep: Yazmanın ve insan insana olup bir kahve içme süresinde anlaşılabilmenin şifası. İkisinin de her yerde benimle var olabileceği umudu.
Bu sabah yazını okumadan ins da yazdıklarıma etiketlemek istedim seni.
Neden dersen, anlayacak birilerini bulunca duyulma, görülme, anlaşılma,
Çok uzaklarda da birileriyle ‘gerçek’ten bağlantıda kalma hissi.
Neticede tek aradığımız bu değil mi?
Bana dokunduğun için teşekkür ederim!
Hep yazman dileğiyle,
Gönülden sevgiler
Burcu ❤
Zuzu
Çok etkilendim yazınızdan. Ben şu an sizin yasadiklarinizin çok benzerini bir o kadar farklısını yaşıyorum. Gidememek , aynı noktada çakılı kalmak, deneyemenin getirdiği belirsizlik ve ben ne yaptım, ne yapıyorum şüpheleri ile dolu bir hayat. Bazen bu yüzden en sevdiklerine sarmak. Aslında onlara sataşma bir çare arayışı. Aslında tek sorun kendinle ilişkinde. Çok iyi geldi yazınız bana. Giden de, gidemeyip kalanda aslında kendiyle derdini çözmeden, kök salmaya gönüllü olmadan aynı şeyi yaşıyor. Öykünü doğru yazamayınca insan gitmek de, çakılıp kalmak da çözüm olamıyor insana🌸❤🏡
Özge
Belirsizlikten insanın elinin kolunun bağlanması, bir türlü yerleşememe, ait olamama hislerini son birkaç yıldır yaşamış biri olarak müthiş yakın hissettim cümlelere. 🙂
Kalıcı yerimizi ararken yıllarca şehirler ve ülkeler arası gidiş gelişlerimiz olmuştu, şimdi ise bir aylık Toronto’luyuz ve yine o ‘kalıcılık’ hissi gelişecek mi bilmiyorum. Kalpler, düşünceler elbette sevdiklerimizle, ama yeni bir hayat da kuruluyor bir yandan.
Bu arada bloga ilk kez yorum bırakıyorum madem, paylaşımlarınızı çok beğendiğimi eklemek istedim. Zamanında 5 yılımı Montreal’de geçirmiştim; soğuğuna rağmen çok severim. Umuyorum size de iyi gelir ve hatta umarım bir gün karşılaşır tanışırız 🙂
Çok sevgiler,
Özge
Ayse Koclar Volkan
Harika bir yazı! Çok beğendim, beni düşündürdü, kendmden de bir şeyler buldum. Kendini ve hayatını bambaşka bir yerde tekrardan kurmak çok sancılı bir süreç; ama bir kere başarabilirsek sonraki hiçbir değişim bu kadar zor olmayacakmış gibi geliyor bana. Bir de şu var bence: bu bahsettiğin sorgulamaların bir kısmı da yaşla ilgili, bazı şeyleri şimdi İstanbul’da eski işinde olsan bile bir süre sonra belki yapacaktın; ama farklı bir şekilde. Ben de benzer şeyler yaşıyorum ve şöyle hissediyorum: Kanada’da olmak sanki çok uzaktan, sessiz sakin bir yerden kendime bakmak gibi. Burası doğası gereği insanı kendine döndürüyor biraz, bazı soruları daha erken sorduruyor belki. Sorularımızın cevaplarını arama yolculuğunun renkli ve keyifli geçmesi dileğiyle!