Pinobenidegotur

HERKES SESSİZLİĞİNİ KORURKEN ÖNCE AĞABEYİM ‘PINAR GİTME’ DEDİ

· "Ağabeyinim kızım ben senin. Gitmeni neden isteyeyim" ·

March 15, 2017 3 Comments

Kanada’da bir haftayı geride bıraktık bu gece. Bu gece bu yazıyı artık yazayım ki, giderken bende hissettirdikleri bir yerlerde saklı kalsın, uçup gitmesin istedim sözde. Duydum ki babam dayanamam ben deyip yazılarımı okumuyormuş, O’nu incitemez bu yazdıklarım diye gönül rahatlığıyla yazdım bu gece.

Herkes sessizliğini korurken önce ağabeyim “Pınar gitme ya” dedi.

Neden ağabey, dedim?

“Gitmenizi hiç istemiyorum” diye tekrarladı.

Neden, diye tekrarladım.

“Ağabeyinim kızım ben senin. Gitmeni neden isteyeyim” dedi.

O diyene kadar kimse “bana” gitme dememişti.

O diyene kadar gitmemem için geçerli hiçbir sebep de olmamıştı.

Oysa ne kadar da basitti, “ağabeyinim ben senin, gitme”.

O diyene kadar kim dediyse hep “Atlas” için gitme demişti ama “Pınar gitme kal” diyen bir O olmuştu.

1982 yazı – Antalya

Ben Kanada yolcusu olmadan, gönlümden geçen herkesle değil belki ama İstanbul ve taşınma koşulları elverdikçe çoğu sevdiğimle vedalaştım. Sondan birkaç gece önce de kuzenlerle bana bir veda yaptık. Çok sevdiğim İsmet Baba’da oturduk, yedik, içtik, Kerem’e sardık. Sıra haydi hoşçakalın deyip vedalaşmaya gelince; kalktım önce Göktuğ’a sarıldım. Kuzenimin kuzenim dediğim eşi. Hayatta beni en güldüren insanlardan biri olmasına rağmen başladım O’na sarılıp ağlamaya. Sonra Bülent Ağabey’e geldi sıra.  Abla dediğim kuzenimin Ağabey dediğim eşi. Kendimi duygusal olarak daha önce hiç bu kadar açmadığım ama yeri geldiğinde sağlam dertleşip, öğüt aldığım adama sarılıp ağladım. İkisinin de içinde bir “ağabeylik” vardı, geldi o ağabeylik benim damarıma bastı, bütün tuttuklarımı bırakmadan, yine bana özgü kontrollü dağılma ile ağabeyliklerine sığınıp ağladım. Sarıla sarıla, gitgide abime yaklaştım. Gökçe’nin, ağabeyimin eşinin, duygulandığını gördüm. “Ah çok fena ya” deyişini işittim. Yaklaştım, ağabeyime sarıldım, ağladım. Üzerimize veda dediğimiz şeyin sözde kalmayıp özümüze işlemeye başlamasıyla bir ağırlık çökmüştü artık; Didoş’la gözgöze geldik, gözlerim buğulu buğulu, daha da ağlamayayım diye gözlerimi kaçırdım. Canım Didoş’a da hiç kıyamam, O ki duygularını zor belli eder bilirim. Nemis’e sarıldım sonra, yakınlarda yaptığımız bir telefon görüşmesinde hüngür şakır konuştuklarımızdan sonra, daha bir huzurla, teyzem değilken anne yarım olmuşa. Sarılmalarımız bitip de kapıya çıkınca, ağabeyimi gördüm elinde sigara. Artık o içerideki ağırlık dağılmıştı ki geyiğe vurduk, Levent Yüksel’den “bu gece son”u söylemeye başladık saçmalaya saçmalaya:) Öyle geyiğe bağlanıp, bir de hatıra fotoğrafı çekilelim denip, elliye yakın poz verilince; sosyal medyada güzel görünme telaşıyla anlamadım, hiçbir şey yok sandım başta. Oysa öyle değildi. Ağabeyimi uzun süreliğine son kez gördüm orada. Ve yeğenlerimi hiç göremeden Kanada’ya geldiğimi her aklıma getirişimde, ağabeyimden daha büyük özlemle ağladım oğluşlara.

04.03.2017 – İsmet Baba, Kuzguncuk / ISTANBUL

Ağabeyimin iki oğlu oldu bu sene. Atlas’tan 23 gün sonra, Mert’le Tuna beni annelikten halalığa terfi ettirdi. İki titreyi aynı Mart ayında edinmenin şaşkınlığıyla bir yıla yakın idare ettikten sonra, yola çıkmaya yakın farkettim ki oğlanlar bana bu gidişte o anlamadan yaşadığım halalığı burun sızısı yapıp hediye etmişler. Kanada’ya geldiğimizden beri gözümde şu yazıyı yazana kadar iki damla yaş olduysa eğer, bilin ki hep onları aklıma getirmekten.

Kanada’ya gitmeden bizde kalıp bana yardımcı olduğu son gecelerden birinde; dayanamayıp anneme ‘sen nasıl dayanıyorsun’ diye soruverdim. Ben artık dayanamıyordum çünkü. İlk ağlama hissi geleli günler olmuş, arabadan eve çıkana kadar gözlerin kırmızılığı geçsin diye asansörde beklemelerin sayısı artıp durmuştu. Annemin ise ağladığını hiç görmemiştim. Nasıl dayanıyordu? Üstelik gelirim elbette de demiyordu. Hoş, Atlas’a ben bakarım da dememişti ama bir güzel bakmıştı, bir yaşına kadar büyütmüştü, sözünü tutup yılbaşına kadar biz O’nu bırakmadıkça O bizi hiç bırakmamıştı. Gelirim elbet demeyişi bakarım elbet demeyişi gibi geleceğinin göstergesi diye bir umut üstelememiştim ama bu sessizliği koymamış mıydı? Çok koymuştu. Herkes Atlas’a üzüledursun, insanın gittiği için kendini de özleyecek birilerinin varlığına ihtiyacı oluyor. Çünkü giden, içinde sevdiği bir sürü insana ve bir sürü mekana, konfora, ona buna şuna milyonlarca özlemi de beraberinde götürüyor ve kendisi de birileri için özlenecekler arasında olsun diye bekliyor, istiyor, diliyor.

Annemin konuşurken sesi titredi o gece. Geceleri uykularının kaçtığından, uyanıp uyanıp kafasından kurduklarından bahsetti. Baktım sesinin titremesi geçmiyor, hak verip o güne kadarki sessizliğine, boşverip merakımı, kendi uykumu kaçırıp ben de kafamda kurup kurup anneme, erkenden yitip giden dayıma ağladım o gece.

1983 – Sahi burası neresi?

Havalimanındayık; anneler, babalar ve sürpriz yapıp uğurlamaya gelen kuzenlerle. Alanın çıkış kapısına yaklaşınca; başladık sarılıp kucaklaşmalara, herkesi birbirine emanet etmelere. İyiydim annemi görene dek. ”Kızımı ağlamadan göndereceğim” dediğini duydum, sarıldım, ağladı, ağladım. Tuttum ellerimle yüzünden öptüm, kokladım, ağladım. Bütün kendimi tuttuklarım o an boşaldı, anneme sarılıp tüm özlemlerimle ağladım.

07.03.2017 – Atatürk Havalimanı

Kanada’ya geldik, iki gün geçti. Üçüncü sabaha uyandım, cep telefonumda bir mesaj. “Pınar, özledim kızım, ne yapıyorsun? Yazma öyle yazılar, gözlerim yaşarıyor, okuyamıyorum”. Yine ağabeyimdi.

Aksatmadan doğum günlerinde, özel günlerinde, aklıma estikçe sevdiklerime hep yazılar yazdım ömrümce.

Sevdiğimi hep bol keseden, yerli yersiz söyledim, belli ettim aileme, eşime, dost bildiklerime.

Kanada’da bir haftayı geride bıraktık bu gece.

Bu gece bu yazıyı artık yazayım ki, giderken bende hissettirdikleri bir yerlerde saklı kalsın, uçup gitmesin istedim sözde.

1983 – Doğduğum ev…Tirebolu Sokak, Yukarı Ayrancı / ANKARA

Duydum ki babam dayanamam ben deyip yazılarımı okumuyormuş, O’nu incitemez bu yazdıklarım diye gönül rahatlığıyla yazdım bu gece.

Okusa çok sevineceğini bildiğim bir cümleyle bitireceğim yazımı bu gece.

Bu Kanada’ya gelmenin beni en mutlu eden yanı ağabeyimin beni çok sevdiğini yeniden hatırlamak oldu.

Ayrı şehirler, aynı şehirler, evlilikler, bebek beklemeler, anne olmalar, baba olmalar derken, aradan yıllar akıp giderken, dengeler değişir evrilir devrilirken…Ben hala ağabeyimin Pino’suymuşum meğer! Bunu yeniden anlamak için bile, iyi ki!

2012 – Polente, Bozcaada / ÇANAKKALE

Pınarthepino

Expat wife, ex media strategist, recently a full time mom, chief travel-dreams officer, aspiring cyclist, rookie blogger, habitual writer, new Montrealer...

3 Comments

  1. Didoş

    March 15, 2017

    1983:orası Yığılca😊

    İlk comment benden olsun

  2. Didoş

    March 15, 2017

    1983:orası Yığılca😊

    İlk comment benden olsun.

    • Pınarthepino

      April 13, 2017

      Çok düşündüm, bir türlü bulamadım:) Sahi Yığılca:) Canım Didoş, hasretle öperim!

Comments are closed.

RELATED POSTS