Yazabildiğim ve daha Atlas doğmadan O’na günlük tutmak için dünyanın dört köşesinden beş - on farklı defter ile kalemi hazır ettiğim halde, hatta o doğmadan adına kitap yazdığım halde, ben o annelerden olamadım ve oğluma bir günlük tutamadım. Yine de Atlas’ın birinci yaşına günler kala, bende bıraktıkları hatıralar canlı kalsın diye her ayı için kısa birer yazı yazdım. Şimdi ise sıra geride kalan 13. ayın yazısında...
Yazıyı 5 Nisan’da yazmıştım, yayınlamak bugüne kısmet oldu…
Yazabildiğim ve daha Atlas doğmadan O’na günlük tutmak için dünyanın dört köşesinden beş – on farklı defter ile kalemi hazır ettiğim halde, hatta o doğmadan adına kitap yazdığım halde, ben o annelerden olamadım ve oğluma bir günlük tutamadım. Yine de Atlas’ın birinci yaşına günler kala, bende bıraktıkları hatıralar canlı kalsın diye her ayı için kısa birer yazı yazdım. Şimdi ise sıra geride kalan 13. ayın yazısında…
Atlas 1 yaşını doldurduğunda doğup büyüdüğü evden, şehirden ve ülkeden taşınıp, yepyeni bir ülkede yaşamaya başladı. Bu taşınma ile ömrünün o zamana kadarki en uzun uçak yolculuğunu da yaptı. O yolculuğa kadarki her uçuşta uçağın örnek bebeği olurken, maalesef Kanada uçuşunu pek huzurlu geçiremedi. Onbir saatlik yolun belki sekizinde ağladı. Soğuk algınlığı kulağına vurmuşsa demek, çok canı yandı, yandıkça O da bastı avazı. Bu sayede businessta uçan bağzı amca ve teyzelerinin anne ve babasına sağlam küfretmesine sebep olurken, kendini de bacak kadar boyuyla büyük yük altına sokup, anneyle babaya birer business uçak bileti borçlandı. Artık ilk maaşıyla mı alırdı, bayram harçlıklarıyla mı, tercih kendine kalmıştı.
Kanada’daki ilk günlerinde ömründe görmediği soğuğu gördü ve İstanbul’da olsa yapamayacağı halde karlar altında pusetinde dolaştı. İnsanlık için küçük, ailesi için büyük bir gelişmeyle pusetinde uyumaya başladı. Uyudukça sokakta daha fazla zaman geçirir hale geldi, hava eksi onyediymiş, ikiymiş dinlemedi; her gün sokağa çıktı. Kendine ‘puset güveni’ gelen annesiyle günde bazen 8-9 saati etrafı keşfederek geçirdi. Öyle ki, şehre ayak basmalarının üzerinden henüz bir hafta geçmişken gelen ve adından ‘1998’den beri görülen en büyük’ diye söz edilen kar fırtınasının ardından bile annesiyle 2009 model baston puset eşliğinde Old Montreal tırmanışı yaptı.
Yemek konusunda giderek düşen bir ivmeyle ‘dünyası aydınlandı’. O güne kadar ona özel pişen yemekler, ayrı öğünler hayatından hızla çıktı ve anne babayla sofraya oturur, evde ne yemek pişerse onu yer oldu. Önceden sessiz sedasız kaşıkla beslenen çocuk bir anda her şeyini kendi yemeye, kendi çapında kaşık çatal kullanmaya başladı. Yemek yerken eline aldığı yemekleri uçak yapmalar, canavar olup ‘hammm’ sesi çıkarmalar, bir de ağzına aldığı her loklamadan sonra kendi kendini alkışlayıp kutlamalar yine bu ayla hayatımıza dahil oldu. Ağzına aldığı şeyleri çıkarıp ‘hammm’ sesiyle annesinin ağzına tıkıştırmaya çalışmasından, karnıbaharı elinde püre yaptıktan sonra saçına jöle etmesinden, ellerinin en pekmezli ya da yağlı olduğu bir anda nedense bacak arasında bir şey arama ihtiyacı duyup mama sandalyesinin altında bir eli durmaksızın dönerek define aramasından bahsetmiyorum, diyeceksiniz ki ‘bebek o, yapar’. Neyse, dahası…Yanında onun yiyemeyeceği şeyleri kafamıza göre yeme halimiz de yine bu ayla birlikte son buldu. Yemek yeme konusunda anca beraber kanca beraber hareket eder olduk. Dolayısıyla tamamen organik beslendiği günler de yeni yeme alışkanlığıyla biraz sekteye uğrayıp, mevsiminden önce yenen üzümler, artık organik mi gdo’lu mu bilinmez greyfurtlar, kuşkonmazlar, türlü türlü ekmekler, arada yanında yenen börekler de dahil boğazından birinci yaşıyla birlikte geçer oldu. Su hiç içilmediği kadar içilirken, anne sütü alan çocuk inek sütü içmez denmesine rağmen süt de lıkır lıkır mideye indirildi. Neden? Çünkü, anne insanı her ne yer ve içerse Attiko da onu yemeli ve içmeliydi. Bu sayede Ihh ıhhh inlemeleri eşliğinde anne insanı Pino’nun tabaklarına yeni bir ortak doğdu.
Bu arada bir de Atlas görüntülü görüşmelerde onu görenlere ‘adam olmuş bu’ dedirtecek kadar büyüdü, bizce, tam bir insan oldu. Hayatımızda bir yaşıyla birlikte ıı-ııhhlar ve öne arkaya ya da sağa sola evet hayır anlamında kafa sallamalar baş gösterdi. Dahası ne dersek anlar, soru sorarsak mimikleriyle ya da standart seslerle cevap verir, canı bir şeyi istemezse itiraz eder oldu. Ayağını uzat deyince uzatıp çorabımı giydir diye çorap uzatmalar, yemeği bitince silip temizleyelim diye elini uzatmalar, biz bir şeye gülersek komik bir şey varmış da anlamış gibi katıla katıla gülme taklidi yapmalar başladı. Öpücük bu ayla birlikte hayatında nokta, virgül gibi oldu. Asansörde emlakçıya, sokakta yan pusette oturana, restoranda arada masaya gelip giden garsona, uçana kaçana öpücük verir oldu. Emeklemek tarih olurken, paytak yürüyüşler ay sonuna doğru artık yere sağlam basılan bir ritme, arada koşuyor sanılan bir hıza ulaştı. O yürüme azmiyle terlikler ve telefonlar sahiplerine itinayla taşındı, hiçbir ayak terliksiz ve hiç bir terlik sahipsiz kalmadı. Al bunu götür diye eline verilen her şey sahibine anında ulaştı. Çoraplara olan bağımlılık devam etti. Elinde emzik yerine çorapla yatağa gidildi, pusete binildi, yemek yendi. Ve o çoraplar her daim koklandı, koklatıldı. Görüntülü görüşmede ekrana ayağını uzatıp koklatacak kadar kokan ayak ve çorap takıntılı bir aydı.
‘Aslan Annem’ ise bu ayın Pino insanı için mükafatıydı. Kucağıma çıkıp zıplamaya başladığı anlarda bir de baktım ki Atlas sırtımı sıvazlayıp, elleriyle vura vura ‘Aslan Annem’ yapar olmuş. Yetmemiş, sarıl sarıl oyunumuz baya baya karşılıklı bir hal almış, hadi sarılalım deyince kollar boynuma dolanır olmuş. Atlas’ın ‘beni annem büyüttü’ diye anlatacağı çocukluğunun ilk ayı birbirimize doya doya, elbette arada buhranlarla, ama çok şükür sağlıkla geçmiş oldu. Ve bugün, 13. ayına girdiği gün Atlas Kanada’da tam bir ay yaşamış oldu.
Memleketime bahar gelmiş, fotoğraflarda görüyorum, ne güzeldir şimdi oralar…
Memleket en domestik olmayanımızın bile burnunda tüterken, bizi ancak seyahat paklar…
Haftaya Cuma’ya kadar bizi beklesin yollar…
Sağlıcakla kalın,
Pino
P.S. Bu yazının devamında geçtiğimiz aylarda neler yaşadığımızı okumak isterseniz diye, aşağıya o aylara ait yazıları da ekledim. Bu yazıları ilk kaleme aldığım dönemde bebek planlayan bir arkadaşım ‘çok gerçekçi ve korkutucu, biraz negatif’ yorumunu yapmıştı:) Haklıydı. Ama sevdiğim bir anne/bloggerın dediği gibi ‘annelik her zaman toz pembe değil’di ve benim anneliğimin ilk ayları da sağlıktan yana çok şükür sınanmamakla birlikte pek de hayallerimdeki gibi olmamıştı. Neyse, zaten bu benim bu hayattaki dersim olacaktı ve Attiko da annesi olarak boşuna beni bulmamıştı. Yazım, imla hataları, tapajlar için kusura bakmayınız. Zira, bu vakitsizlikte hepsini sosyal medyadan kopyaladım:) Bir ara derler toparlarız?!?
Atlas bu fotografta 5 gunluk. Ilk uc ay istisnasiz yaptigi gibi sabah 08:30’dan once uyanmamis. Gece 4 saatlik uzun uykular uyuyup sadece 2 kez kalkmis. Daha gobegi dusmemis, halen yikanmamis ve yine kundaklanmis. Simdi o kundakladigimiz ve uzerine kat kat giydirip bir de battaniye orttugumuz gunleri dusunuyorum da iyi kurdesen dokmemis. Yetmemis kafasina bir de bere takmisiz, kurtlansin istemisiz. Henuz cikarmamis ama her sabah kundaktan disari once bir el cikmis, sonra ozenle baglanan kundak azimle acilmis. Agladigi fotograflara bakiyorum, aglama karakteristigi (o ne demekse bilmiyorum ama bir sey demek ve anladi beni bazilariniz) hic degismemis. Agladiginda hep okkali bir kufur eder gibi aglamis ve evet onu simdi anliyorum ki cok kizdirmisiz. Ilk ay gozunde capaklanma oldu diye onu alip once bir profesore goturmusuz, sonra yetmemis bir baska profesore daha goturmusuz. Bebektir, normaldir, oluru henuz anlamadigimiz gunlermis. Anneme diktirdigim 354 tane nevresim takimi ve 85 tane yastikla durmadan fotografini cekip, aaa bunlar da ne kalabalik ediyor ha cinnetini henuz gecirmeden bir sure daha idare etmisiz. Her emmesiyle es zamanli potur potur gaz cikardigi gunlermis ve biz buna delirmisiz. Agzina emzik tutturmak icin her yolu deneyip tuttu tuttu galiba diye sevinip ilk hareketinde agzindan yere ucan emzigi hayal kirikligiyla izlemisiz. Agladiginda en cok babasinda sakinlesebildigi icin aksam babasinin yollarini gozlemisiz. Annesi olarak ilk on gun bende mavi ekran. Ilk fotografimizi bile 10 gunlukken cektirmisiz. Baba insani ise bu arada bos durmamis omzunda yatarken, uyurken, emerken, alti acilirken, giydirilirken surekli agzi kulaklarinda selfieler cekmis. Takip eden aylarda aradaki farki youcammakeup aplikasyonu da sagolsun, anneyi insana benzettiginden gani gani kapatmisiz. Ilk aylardan beri guluyormus, biz onu suursuz sanmisiz. Eli ayagi kocamanmis, biz onu minik sanmisiz. Gobegi dustugu gun anne baba olunca icin nasil acir, nasil canin yanari anlamisiz. Sunnetteyse gozunun yasina bakmamisiz. Ameliyat hemsiresi Onu alip iceri aldigi an gecici yatili sedyesinde baba insaniyla uyuya kalip koridor bizimkinin aglama sesiyle inleyene kadar asla kata uyanmamisiz. Aglama sesini, belki de aglama gucu demeliyim, aglama gucunu duyanlarin tum yorumlarina ragmen o sesin bizim ortalama, standart bir sesimiz oldugunu kendi aramizda kabullenmisiz. Markette, yolda pusetinde uyuyan ya da bos bakislariyla yatan bir bebek gordugumuzde ic gecirerek seyretmelere ilk ay baslamisiz. Supurge sesi cikaran mobil aplikasyonlar uzunca bir sureligine cikmamak uzere hayatlarimiz ilk o ay girmis. Pusetinde sakin oturmasi icin supurge sesini acip o sesle pusetini itmeye ve etraftan gelen saskin bakislara, sorulara durumu aciklayarak izah etmeye de o ay baslamisiz. Yok motorlu degil atlasin puseti, supurge calisiyor sadece. Supurge sesinin devreye girmesiyle klasik muzik dinleyen bebek olma durumunu hayatimizdan yine o ay cikarmisiz. Sese alissin diye onu salonda, mutfakta, koridorda her yerde uyutmusuz. Yaninda bangir bangir muzik dinleyip, film izleyip nasil da uyanmadigina sevinmisiz. Sut sagmanin bir ev gelenegine donustugu, sut sagabilir ve emzirebilir halde olmanin hayati onem tasidigi; bu nedenle ev ahalisi olarak herkesin konuya gozu gibi baktigi gunlermis. Sicak, soguk pressler, utulenen havlular, buzlukta bekletilen havlular… Ne biliyim deli gunlermis. Buyudukce zorlasiyor diyorlar ama ilk kez anne ve yeni dogan bebek rolundekiler icin bence en zor aylardan biriymis. Saglikla gecmis. Cok sukurmus.
Atlas 2 aylikken ilk seyahatini Ankara’ya yapti, tabii ki! Angara bebesi olmak diye bir tabir vardir, o tabire layik olmak icin yogun emek sarfettigi bir seyahat gecirdik. Biberon almayi o seyahatte birakti, kolik basladi, ilk ay evde anneme emanet edip uc dort saat kendime zaman ayirabildigim molalar tam alti ayligina uzun bir araya girdi ve yapisik ikiz olduk. Cocugun mizaci esittir her sey, hayaller esittir hicbir sey denklemine aydigim ama kabullenmekte saglam zorlandigim bir aydi. Puset, oto koltugu mucadelemiz son surat devam ediyordu. Sling denen mucizevi alet ise hayat kurtariyordu. Simdi donup baktigimda, neyine sasirdigimi ve nesini kabullenmekte zorlandigimi anlamadigim bir aydi. Atlas her zamanki Atlas, huyu suyu klasik Atlasti. Adamin karakteri saglamdi ama ben cok deneyimsizdim. Cok guler yuzlu bir bebekti ama arada enteresan pozlarini da yakalayabiliyorduk. Sanirim o da benim kadar bu ilk ankara seyahatinden hoslanmamisti ki istesek olmaz, boyle bir poz vermisti. Hala her baktigimda guluyorum. Komik buldugumdan degil, pozu Atlas’i cok iyi yansittigindan ve bunu henuz iki aylikken bile yapabiliyor olmasindan. Peki yildik mi? Yilmadik! Sadece Paris biletlerini ve benim o seyahatle ilgili hayallerimi iptal ettik. Sonra da ikinci ay bitti ve biz mizacimiza uygun seyahatlere baslayip uyumlanmayi bekledik.
Atlas 3 aylıkken denize girmeden deniz tatili nasıl yapılırı öğrendik. Gündoğan’daki iskelelerde Atlas’ın gürültülü ağlamasına ayıplayan gözlerle bakan “üstelik” anne anane babane teyzelerin ikinci çocukları&torunları için güzel temennilerimizi birbir yukarıya ilettik. Artık geceleri iki saatte bir uyandığı zamanlar başlamıştı. Bodrum’daki ilk gecede deliksiz üç saat uyuyunca acaba temiz hava mı falan dedik ama o üç saati de bir daha görmedik. Uçak yormuştu galiba. Çılgın Bodrum gecelerini anlatmıyorum, zira ismini veremeyeceğim bir çekirdek markasına sağlam reklam olur. Denize Bodrum’da giremedik, belki Bozcaada’da gireriz deyip 1 hafta sonra da Bozcaada’ya gittik. Bodrum’da sahile inebilmiştik. Bozcaada’da kuma ayak bastık cidden ama kumsala sadece parmağımız değdi, o da belki, emin değilim. Sulubahçe’nin rüzgarı, tepeden inmeyen güneş, uçuşan kum taneleri Attiko’yu pek mutlu etmedi. Habbele’de sevgiliyle dönüşümlü bir beşer dakka yüzdüysek zaar, o da bize yetti. En önemlisi Attiko Bozcaada’da pusetinde uyumaya başlamasıydı. Sonrasında ver elini sabahın 6’sında ada serinliğinde yapılan sabah gezintileri. Peşimize her sokakta eklenen köpeciklerle bir fino ailesi olarak yaptığımız yürüyüşler. Üçüncü ayın sonu kendimize anne baba olarak şu kadarcık şeyle bile güvenimizin geldiği bir dönemdi. Aramızda “yapabiliriz” konusmaları yapıyorduk:)) Her seye karsı olan Attiko, uçak yolculuklarında uçağın örnek bebeğine dönüşüyordu. Sıfır ağlama, sıfır ses, sıfır taşkınlık! Masallah diyeyim malum onumuzdeki yolumuz biraz uzun🇨🇦 Üç aylık olunca şunlar değişecek, 40ı çıkınca bunlar düzelecek hikayelerinin tamamının “şehir efsanesi” olduğunu artık anlamıştık. “Doğan büyüyor” felsefesini benimsemiştik. Anne oldum ve hayatım hiç etkilenmedi, aynen devam diye bir şey yoktu. Eski hayatın bitti taze anne insanı, uyan! O uyanma bende biraz geç oldu. Hatta instagramda romantik bebekli sahilli fotograflarım bile oldu💖 Sosyal medyada kafana göre kurmaca bir hayat yaşama lüksünü ben de tattım, olley! Oysa bir daha hiçbir zaman bebeğine rağmen her şeyin aynen devam ettiği bir düzen olmayacaktı. Ve sonraları anlayacaktım ki bu dünyanın en şükredilesi hallerinden biriydi!
Atlas 4 aylıkken, tarih 12 Temmuz’u gösterdiğinde, sıra kundak inkılabına gelmişti. Koca bir devir geride kalmıs ve eller ayaklar serbest bırakılmıstı.
Atlas 5 aylıkken, tarih 19 Ağustos’u gösterdiğinde, ek gıdaya erken geçiş yaptı. Anne insanı Pino’nun ağrıları nispeten ciddi bir hastalığa işaret ediyordu ve tedavi gerektiriyordu. Kullanacağım ilaçlardan olumsuz etkilenmemesi için Atlas’ın memeden kesilmesi ve mamaya başlaması gerekiyordu. Oysa Atlas hala biberon almıyordu ve mama almadan sadece ek gıdayla beslenerek doyabilecek kadar büyük de değildi. Zaten bu çocuk anne sütü düşkünüydü, öyle pat diye memeden kesilebilecek bir mizacta da hiç değildi. Bir yandan tedavi olacaktım ama olası senaryolarda Atlas’a o zamanki aklımla hakkıyla annelik yapmama engel riskler vardı. Ya onunla koşamazsam, ya onu kucaklayamazsam diye aklımdan bin tane garip senaryo geçiyordu. Hem kendim hem de Atlas için bu kadar üzülüp, korktuğum ve kaygılandığım başka bir zaman ne olmuştu ne de olacaktı. Belki uzun yıllardır hiç ağlamadığım kadar çok ağladığım günler geçirdim. Anneliğimle ilk kez sağlıktan yana sınandım. Derken ne mi oldu? Hikayenin ucu mutlu sona bağlandı. Çapa’dan bir hocaların hocası çıkıp hiç bir şeyin yok evladım, evladını doya doya emzir, benden başkasını da dinleme – yaşamana bak dedi. Üzüldüğümle kalıp, Atlas’ın ek gıdaya geçişinin keyfini sürmeye; her gün artan porsiyonlardaki meyveleri ve yogurdu merakla yiyişini mutlulukla izlemeye ve kendime hiçbir şey ya da kimseyi pek de dert etmemeye başladım. Apres, beni en mutlu edip içten iyileştirecek şeyi yapmaya başladık ki Montreal’e taşınmakla bu iyileşmenin zirve yapacağına inanıyorum: seyahatlere başladık ve başım göğe erdi.
Icinde sari lacivert gectigi halde cok sevdigim ender fotograflardan biri❤️💛
Tarih 9 Eylul’u gosterdiginde, Atlas 6 aylikken, birlikte ilk yurtdisi seyahatimize ciktik. Kaldigimiz otel odasindaki uyku saatlerinden tutun da disarida birlikte gecen her bir saniyeye kadar, icimde hep buyuk bir huzur ve mutlulukla hatirladigim/tadina doyamadigim bir seyahat oldu. Onceki, solus traveler seyahatlerinden konfor ve aktivite anlaminda fersah fersah farkli olmasi onun en ozellerden biri olmasina engel olamadi. Alti ayin sonunda birlikte buyumus ve uyumlanmistik. Konfor denen sey; birkac ay once dediginiz hicbir seye kasitli tepki veremeyip etrafa anlamsizca bakan, yastik gibi oradan oraya tasinan minnacik bir bebekten artik oturabilen, yere basabilen, bilincli sesler cikarabilen hatta tepkilerini suurlu bir bicimde gosteren bir insanla, kendi evladinizla birlikte bircok seyi yapabildiginiz, size hayatta eslik edebilen bir ufaklikla yasanan her ne varsa ona donusmustu. Anca beraber kanca beraberdik. Atlas da anne babasiyla bir tam haftayi birarada gecirip, sabahin korunden gece yarilarina kadar sokakta olmanin keyfini suruyordu. Aksamlari o ana kucaginda birimizden birinin gogsunde uykusuna daldiginda, biz de tapaslara ve sangrialara daliyorduk. Ilac gibiydi, kaldi ki agrilarima cok iyi gelmisti. Mutluluk en iyi agri kesici, anti depresan, bagisiklik guclendiriciydi. Ben kendimi bildim bileli hayatta en arzu ettigim kurumun, sevginin ve sifatin icinde-alti ayin sonunda “cok mutlu, cok mutesekkirdim”🙏🏻 Bu esnada arka planda ise Erdurmaz’lar icin “yurtdisina tasinma ihtimali” canlari calmaya baslamisti. Londra’lar, Kopenhag’lar, Vietnam’lar, Montreal’ler havada ucusuyordu. Anne insani Pino’ un en sevdigi “belirsizlik” donemi de bu ayla birlikte baslamis ve ilk yurtdisi seyahati Atlas’a ugurlu gelmis, yolunu daimi acik etmisti.
Atlas 7 aylikken, tarih 6 Ekim’i gosterdiginde anne insani Pino icin işe donus vakti gelmisti. Butun hamileligini hatta hamileligi oncesinde ise girdigi gunden itibaren sabahin korunden gece yarisina kadar hayatini gecirdigi ofise akli evde kalmis, fikri tasinma ihtimalinde bir anne olarak donme vaktiydi. Sozde donusunu dort gozle bekleyen ofis ise eylemde pek de oyle bir hal tavir sergilemiyordu. Malum eski yoneticileri, ekibi, dostları o dönemde “ofisle” yolları ayırmış, ne emeğini ne de kendisini tanımayan üçüncü perde ise sahnedeydi. Vaktiyle iceri sinek girse haberi olan Pino insaninin, ne statuslerde ne newbusslerde ne de herhangi bir yerde “eser miktarda” varligina rastlanmiyordu. Juniorinin mail boxina yagmur gibi yagan maillar versus Pino’nun mail boxinda yasanan kuraklik dikkat cekiyordu. Hello, ben dogum izninden dondum, bana “mayış” ödüyorsunuz ama bu işte bir gariplik var konuşmaları “lohusa alınganlığı pınarcım”a yorulup, her şey normal ne alınıyorsuna bağlanıyordu. Ben diyeyim mobbing, siz deyin “boşver taşınıyordun”…Anne insanı Pino’nun işe dönüş serüveni pek de uzun süremeyecekti. İnsanların bazı şeyleri insan gibi karşına alıp konuşmak yerine antin kuntin saçma sapan yollara saparak yapmaya çalışmasını anlamak mümkün değildi. Netto net olmak “yani biz koca bir family, we’re family” gibi 80’lerden kalma pop arabesk sarkı sozu kıvamındaki söylemlerden bin kat iyiydi. Ama neyse, zaten taşınıyorduk. İşin tadı kaçmıştı ki iş faslı kapandı. Henüz anne olmamışken evrene aşırı dozda gönderilen “anne olunca çocuklarıma (evet ler lar cogul eki) ben bakacagım” sozu evrenden layıkıyla yanıt bulmus ve Atlas Pey ile “beni annem büyüttü” diye anacağı günler başlamıştı. Ha ne yaptım? Her evinde bakıcı teyzesiyle onu bekleyen bir bebeği olan ve beyaz yakalılıktan henüz yırtmış insan evladı gibi; ver elini sinema, koş spora, cuma namazı görls ile lunch businesstan lunch businessa…Yakında üstleneceğim anne, bakıcı, temizlikçi, aşçı titleları öncesi kendime “chief leisure officer” titleını verdim. Üzerimde çok şık durdu. Montreal’de kıdem aldıkça bu titleın ikinci kademesinden emekliliğimi isteyeceğim. Yedinci ay özetle buydu:çok şükür bu iş de hallolmuştu.
Atlas 8 aylikken, tarih 28 Kasim’i gosterdiginde, artik olanlar olmustu. O ay Atlas kendine has #speedygonzales tarzi maymun/orumcek arasi emeklemesiyle tozu dumana katiyordu. A ba ba ba (baba dedi-duydunuz mu baba dedi nidalariyla) agzindan dokulen ilk heceler olmuştu. Aslinda oncesinde bir öhö öhö donemi yasamıştık. Anneannesi hastalanip oksurmeye baslayinca, bebek Erdurmaz da evdeki oksuruk seslerini iletisimin bir parcasi sanip kopyalamış ve öhö öhö’leri cevreden asiri ilgi gordukce sabahtan aksama öhö’lemeye baslamıştı. Sonrasinda “Ay bu cok kotu oksuruyo ay cok cok” gaziyla tum gun surebilecek bir oyuna donusmuştu bu öhö’ler, deli cocugum:) Dislerinin sayisi 6’yi buldugunda memleketin dort bir yanindan es, dost, akrabanin katilimiyla dislerini kutlamıştık. Bugdayda kalem ve perkusyon aletini secmesini besteci ve soz yazari olmak isteyisine yormuştuk. Acaba? Kalemi isirmak, perkusyon aletini de kafamiza vurmak istemis olabilir miydi? Asla! Yatakta kalkip ayakta durmalar, tay tay siralamalar da bu ayin diger getirdikleriydi. Ustelik ikinci hacli seferi, ustelik “ilk long weekend” seyahati de gectigimiz ayda budapeste’ye gerceklestirilmisti. Sabahin korunden aksamin bir yarisina kadar buz gibi havada macar baskentini dolasan Attiko ve anne, babasini artik kesseler acimazdi. Her sey iyi guzelken 8. ayda tek terslik Attiko’nun ufak bir ameliyat gecirmesiydi. Ameliyathane kapisinda Atlas’i kucagimizdan alip iceri goturduklerinde, anne babanin cigerinden gorunmez bir el nasıl et koparirmis anladik. Sunnetindeki gibi vurup kafayi uyumak ne mumkun? Narkozun etkisindeki sarhos halleri, narkozdan cikmaya calisirkenki yakarislari, hastanedeki odasinda kulagina fisildarken sakinleyip birlikte daldigimiz o uyku…Cok sukur iyi biten ilk sagliktan yana sinanisimiz ve derinden ayilisimiz: once saglik!
Atlas 9 aylıkken, tarih 11 Aralık’ı gösterdiğinde, haftasonu park&balık rutinimiz oluşmuştu. Yok rakı&balık değil; salıncak, kaydırak, balık&salatalık. Anne insanı Pino Montreal’e hazırlık olsun diye daha 19 yaşında taze bir fidanken beceremediği Fransızca öğrenmeyi, 34 yaşında taze bir anneyken yeniden denemeye başlamış ve kursa yazılmıştı. Haftaiçi iş, haftasonu kurs üstü Bebek Parkı, arkasından da Arnavutköy Takanik’te levrek ayıklamak anne insanı Pino için haftasonu dinlencesine dönüşmüştü. Sağolsunlar önce Bebek Parkı’nı polis&asker parkına dönüştürdüklerinden, arkasından Arnavutköy’e arabayla girişi yasaklayıp üçlü beşli gruplar halinde volta atan asker polis yığdıklarından, en nihayetinde de artık mobbing uygulamayalım Montreal’e kadar keyifle sefa sürmesi için cep harçlığıyla Pino’yu evine yolculayalım dediklerinden haftasonu rutinimiz bir süre sonra form değiştirip evde balığa dönüşmüştü. Zaten o sıra memlekette pek sokağa çıkılacak hal de kalmamıştı. İnsanın ne için kaygılanacağını üzüleceğini şaşırdığı bir dönemde, Atlas 9 aylıkken, 2017’e girmiştik. Bir gece önce yediğimiz yemekte attığımız kahkahalardan utana sıkıla sabah Reina haberleriyle uyanmıştık. Videoda ise dünyası tertemiz ve saf Attiko paşa kaydıraktan kendini aşağı iterken görülmekteydi. O ay da her ay gibi bebek olmak ne güzel, anne olmak ise ne taşikardiydi!
Atlas 10 aylıkken, tarih 7 Ocak’ı gösterdiğinde, uzuuuun yıllardir benzeri gorulmemis bir kar yagisi esliginde Ankara’dan Istanbul’a arabayla donuldu. Attiko ahir omrunde ilk kez “soguk almisti”. Donuste anneyi “vicdan azapli” uzun geceler, attikoyu ise oksuruk, burun tikanikligi, akinti vs vs bekliyordu. Burundan nefes almaya aliskin ve agzina emzik alinca nefes alamayan kafasi karisik 10 aylik bebekler ile onlarla empati kurup nefes darligi ceken anne babalari icin “tum uykularim senin olsun yavruuuum”lu gunlerdi. Her aksam once babanin, sonra annenin nihayetinde de bunu oyun sana Atlas’in burnu siliniyor, sirayla hepimize surup iciriliyor ve ayak altlarimiza birer birer kekik yagi suruluyordu. Maaile doktorculuk oynarken, anne insaninin kendini fahri aktarliga adamasindan mutevellit; yastik cevresi lavanta&okaliptus yagina, oda limon yagina bulaniyor ve tam gaz calisan buhat makinasi ile; titanic’teki arabada sevisme sahnesi kivamindaki bugulu camlarla tikali bebek burnu nasil acilir uzerine amuda kalkiliyordu. 10. ayin devaminda Attiko yurumeye megledip, adim atmaktansa yerinde squad cekmeye baslamisti. Dakikalarca ayakta sabit durup bir inip bir kalkiyordu. Ayin bombasi ise; bana yani aylardir gozunun icine bakip; saclarini supurge, kollarini besik, memelerini biberon, midesini yesilayci, ayaklarini toynak yapan pino insanina bakip “adeee” demesiydi! Adeee! Ne guzel yaw, anne dedi!
Atlas 11 aylıkken, tarih 4 Mart’ı gösterdiğinde, doğum gününe bir gün kala 1. yaş gününü kutladı. O yaş gününü kutlarken ben çoğu sevdiğime kocaman sarılıp veda ettim. Bu ağlama hissi daha sık gelir olduysa, korkarım gitmemize de çok az zaman kaldı…Geride özleyecek biN kucak dolusu insanımız olduğu için ne mutlu bize! Ne mutlu Atlas’a!
Oğlum,
Ballı lokmam,
Lokumum.
İyi ki doğdun!
Ömrün ışıkla dolsun, yürüdüğün yol hep aydınlık olsun.
Dünyada bir tek insan için dünyalara bedel olmanın nasıl bir duygu olduğunu sen olmasan hiçbir zaman bilemeyecektim.
Dünyayı bir tek gözyaşına yakabileceğimi, gözünün içi gülsün diye dünyayı yerinden oynatabileceğimi sen olmasan hiçbir zaman anlayamayacaktım.
İyi ki geldin de ben de büyüdüm, törpülenmeye başladım. Nasıl güzel uyumlandık; bu sabırsız, telaşlı, planlı programlı annene ne kadar da sabırlı davrandın.
Önümüzde upuzun, başbaşa bir yol var şimdi.
İlk yılında bana eşsiz bir yol arkadaşı oldun, yeni yolculukta da elimi hiç bırakma, yakamdan hiç düşme ve başını göğsümden eksik etme olur mu?
Çünkü; doğumhanede avazın çıktığı kadar ağlarken seni göğsüme dokundurdukları an sakinleşip sustuğundan beri, o baş o göğüste mühürlü gibi, orada ayrı bir kalp atıyor şimdi. Artık bir ben yok, hep biz var. Kalbim bir yıldır hep ikimiz için atyor, aklım hep bir yandan da senin için çalışıyor.
Arkaplanda küçücük kalbinle kocaman bir dünyayı kapladığın için…
Bizi seçtiğin için…
İyi ki benim oğlum! İyi ki!
Nice yaşlara birtanecik içli balıkım!
Seni dünyalar kadar çok seviyoruz!
Doğum günün kutlu olsun bebeğim!