Gitmeyi ilk tercih ettiğim kreş kurumsal, ulusal bir ağın üyesi olan, bol sertifikalı, ödüllü ve hakkında forumlarda oldukça pozitif yorumlar yapılmış olan bir kreşin şu anki geçici evimize en yakın mesafede olan şubesiydi.
Büyürken çok sık dinlediğim hikayelerden biri ben dünyaya geleceğim zaman ağabeyimi kreşe verecekler diye babaannemin bavulunu toparlayıp ‘o zaman ben de gidiyorum bu evden’ diye bizimkilere rest çekmesiyle ilgiliydi.
Geniş bir ailede büyüdüm ben. Evde annem, babam ve ağabeyimle birlikte bir süreliğine halam ve hala çok içerlediğim bir zaman ve hızla hayatını kaybedene kadar babaannem de vardı. Ağabeyim 2.5 yaşına gelene kadar ağabeyime, ben dünyaya geldikten sonra da her ikimize de babaannem baktı. Baktı demek yetmez, doğrusu ikimizi de o büyüttü. Haliyle de bizim evde kreş deneyiminden geçen hiçbir çocuk olmadı. Kreşe gitmeden büyüyebilmiş olmak bizim ev ahalisi için her daim çok kıymet verilen bir hal ve şükredilesi bir statü olarak kabul edildi.
Bu evveliyattan dolayı mıdır bilmem, bugün Atlas’la birlikte gezdiğimiz ilk kreşten çıktığımızda bana bir ağlama hissi geldi. İstanbul’daki psikoloğum, çocuk doktorumuz ve pedagogumuz ağız ve akıl birliği etmiş gibi ‘sakın kreşe verme’ dediklerinden, Atlas’ı iki yaşına gelene ya da konuşmayı sökene kadar zaten kreşe vermeme kararı almıştık. Dolayısıyla da bugünkü ziyaretimiz, çocuklarını bir yaşından itibaren kreşe gönderen Kanada’lı ailelerin kreş ziyaretlerinden amaç olarak oldukça farklıydı ama her amaca aynı mekanın hizmet ettiği bir durumda, kreşin nasıl bir yer olduğu bizi de oldukça ilgilendiriyordu.
Biz Atlas’ı çoğu anne baba gibi gözünün içine bakarak büyütüyoruz. Bir evin tek çocuğu, bir evin ilk ve tek torunu, diğer evin aynı ayda dünyaya gelen üç torunundan ilki. Dolayısıyla ömrü sevilmek ve üzerine titrenmekle geçti. Bakıcı teyzesiyle baş başa kaldığı zamanlar bir yılda toplasanız bir elin parmaklarını geçmedi, kalabalıklar içinde hep bir tanecikti. Şımarık bir çocuk olması korkum her daim baki ama sevildiğini hissederek büyümesinden daha güzel bir şey olmadığını bilmek de mutlu edici. Bugünkü kreş ortamı ise, elbette ki, pek bizim ailedeki sıcaklıkta ve hassasiyette değildi. Bu da işte anne insanına ağır geldi.
Gitmeyi ilk tercih ettiğim kreş kurumsal, ulusal bir ağın üyesi olan, bol sertifikalı, ödüllü ve hakkında forumlarda oldukça pozitif yorumlar yapılmış olan bir kreşin şu anki geçici evimize en yakın mesafede olan şubesiydi. Lokasyonu ve kurumsal imajı o kadar uygundu ki; haftanın birkaç günü kreş olarak değilse de oyun grubu olarak faydalanabilsek, Atlas’ın kulağı İngilizce ve Fransızca’ya aşina olsa ne iyi olur, O içeride oynarken ben de kapısındaki kafede bir şeyler içer, okur, yazar, O’nu almayı beklerim derken farkettim ki içerideki oyun alanı bizim evde puzzle matlardan yarattığımız oyun alandan bile daha küçük. Üstelik altı bebeğe bir öğretmen düşüyor. Haliyle o tek öğretmen bebeklerden birine elmaları küp küp doğramakla meşgulken; arkada kendi çaplarında takılan diğer beş bebek hiç de benim hayalimdeki gibi olmayan şeylerle zaman geçiriyor. Ne bileyim; öğretmenin az önce ağzına biberonunu verdiği bebek köşeye yığılmış mamasını emmeye çalışırken, hasta olan öksürmek ve ağzından yediklerini salyalarıyla fırlatmakla meşgul oluyor, bir diğeri az önce bana kreşi gezdiren müdürünün ayakkabılarıyla bastığı yerdeki oyuncakları ağzına sokup çıkarıyor, Atlas ise o sırada o oyuncakları o bebeğin elinden alıp kendi ağzına sokmak için bir atılım yapıyor falan filan. Beynimin yandığı anlar. Öksürmekten ağzındakileri salyalarıyla çıkaran bebek mama sandalyesinden indiriliyor, dolaptan mikrofiber temizlik bezlerine benzer bir bez çıkarılıyor, muslukta ıslatılıyor, bebeğin ağzından düşenler o bezle temizleniyor, sonra o bez tekrar muslukta yıkanıyor ve bebeğin ağzı siliniyor. Küp küp kesilen elmalar o mama sandalyesinin masasına bir diğer bebek yesin diye konuyor ve bana inme indi iniyor…Teşekkür edip, dışarı çıkıyoruz.
Atlas’ı süper steril bir ortamda yetiştirmiyorum. Zaten yürüyen ve her şeye elleyip, her şeyi ağzına almak isteyen bir bebeği steril yetiştireceğim dersem hedefin ütopikliği karşısında aciz kalırım. Farkındayım ki yok öyle bir dünya. Hatta Kanada’ya geldiğimizden beri ‘arkasını toplama’ ekibi tek kişiye düştüğünden daha da bir rahat ve ‘laissez faire’ taraftarıyım. Ve fakat; o kadar da değil. Aslan gibi annesi dururken (ki kendisi de bu aralar sırtımı pat pat sıvazlayarak aslan annem diye beni gaza getirmekte), Atlas’ı kreşe göndereceğim diye rezil edemeyeceğim. Elbette kreş ve oyun grubu arayışlarıma devam edeceğim ama bulabilene kadar da mobil dünyanın pek sevgili imkanlarından biri olan ‘meet up’ aplikasyonu üzerinden bir grup kuracağım ve bizim çevrede yaşayan benzer ihtiyaçlardaki bebekli anneleri evde ağırlayacağım. Bu sayede birbirlerine salya ve mikrop transfer etmelerinin önüne geçemem belki ama ikimizinde hayatına renk katarım, o garanti. Bir de bizim gerçekten harika oyun ablalarımız var ki, daha iyi bir ortam bulabilene kadar Atlas’ın kimi psikoloji kimi siyaset bilimi okuyan ama süper eğlenceli ablalarla evde daha kaliteli zaman geçirip, mutlu olması da çok önemli.
Eh peki, nedir yani derseniz? Tam zamanlı anne olup da bebeğini kreşe göndermek zorunda olmamak şükredilesi bir durummuş, bu bir. Sağlam kurumsal imaj her zaman güvenilir olmayı beraberinde getirmiyormuş, bu iki. İnsanın kreş çağındaki bebeği için bile ‘bir üst sınıfa mı versem acaba’ gibi sonradan kendini tokatlamak istediği düşünceleri olabiliyormuş, bunun devamı ‘çocuğum üstün zekalı’ya bağlanabileceği için biliyorum ki çok tehlikeli:), bu da üç. ‘Meet up’ konusunda ise ciddiyim, gelişmeler beklediğim gibi olursa Montreal’de yaşayan ama izine asla rastlayamadığım o yirmi bin Türk’ün bari yirmisini biraraya getirmek için de girişimlerde bulunabilirim, bu da dört. Mercan Dede de o Türklerden biriymiş biliyor muydunuz? Ben bugün İnstagram’dan bize ‘yeni hayatınızda mutluluklar’ dileyince öğrendim, çok mesudum günlük, bu da beş.
P.S. Kanada, devlet okullarında verilen ile özel okullardaki eğitimin kalitesi birbirine denk kabul edilen ülkeler arasında ikinci sırada yer alan bir ülke. Hal böyle olunca arayışım yeni ev civarındaki devlete ait kreşlerle devam edecek. Rivayete göre bu kreşlere girebilmek için kişiler daha bebeklerini dünyaya getirmeden sıraya giriyorlarmış ama İstanbul annesine dokunmayacak mevzular bunlar, geçelim, sıradaki?