Pinobenidegotur

CHICAGO, YAZIN BİR DAHA BAŞLAMAK ÜZERE BİTTİ…

· Bu vesilesi ile ilk seyahat yazımı da yazdım ama ne yalan söyleyeyim kompozisyon ödevi gibiydi ·

April 21, 2017 Comments Off on CHICAGO, YAZIN BİR DAHA BAŞLAMAK ÜZERE BİTTİ…

Chicago’ya baharda gitmek oldukça keyifliydi ama şehirden aklımızda kalan yerleri görmek, Navy Pier’e uzaktan bakmak yerine bizzat içinden dönme dolaba binmek, bisikletle yanından geçtiğimiz sahillerde göle girip, güneşlenmek ve akvaryumdu, bilim müzesiydi gibi daha büyümüş bir Atlas’ın daha ilgisini çekebilecek mekanları da ziyaret edebilmek için bu yaz bir daha ziyaret edilmeyi hak etti...

Chicago’dan döndük…

Gittiğimiz her şehirde olduğu gibi Chicago’dan dönerken de bir gün daha kalsamıydık diye düşünmeden edemedik. Çocuksuz hayatta beş güne iki şehir, şehirler arasına uzun tren yolculukları ve her saate de koştur koştur bir sürü planı programı sığdırabilirken; çocuklu hayatta daha çok olduğumuz şehirde ve bebekle rahat zaman geçirebilmekten ibaret olunca beklenti, yapılamayan bir şeyler hep akılda kalıyor illaki.  Bizim otelin sokağıyla Clark St’in kesiştiği yerdeki Paper Source mesela, siz de kırtasiye meraklısıysanız olurda yolunuz düşerse benim için de bakarsınız artık bu mağazaya. Akşam 10:00’a kadar açık bir Barnes&Noble gördüğünüzde az sonra her akşamki uyku saatinde pusetinde uyuya kalacak bebeğinize güvenip havalara uçar ve sizinki Attiko’nun yaptığı gibi o havaya uçmayı takip eden 45 dakika boyunca ağlamaktan kendinden geçmezse girer kitaplara benim gözümle de bakarsınız belki bir ara. Bir de akvaryum kaldı aklımda, bisikletle ‘The Loop’ diye tabir edilen merkezden on dakikada ulaşabiliyorsunuz. Biz ulaşabildik ama gezemedik, giderseniz akvaryumu da gezersiniz artık benim adıma. Ah bir de bir de yiyemediğim ve sadece aklımda kalmayıp gece rüyalarımı da süsleyen yemekler vardı ki, girmeyeyim detaya:)

Peki Chicago seyahatinden geriye neler kaldı?

Bir kere biz bilet alma işini epey geciktirdiğimizden, Montreal’den Chicago’ya İstanbul uçuşu kadar para verip  gitmemek için American Airlines’in NY aktarmalı uçuşunu tercih ettik ve bileti son dakikada bile oldukça ucuza getirdik. Diğer alternatifimiz Toronto merkezli bir havayolu şirketi olan Porter ile Toronto aktarmalı uçmaktı ama Porter rötarlarıyla internette nam salınca, paşa paşa Porter’dan daha uzun süre ve nispeten daha çok paraya uçtuk American’la. Uçtuk derken…Bilmem siz hiç Kadıköy Bostancı sarı minibüsleri sıkışıklığında ve neredeyse benzer tavan yüksekliğinde bir uçakla seyahat etmiş miydiniz? Biz Chicago sayesinde etmiş olduk. Uçakta eğilerek yürümek, Atlas’ın yolcuların saçına yapışması gibi ilkleri yaşadık hatta. Atlas’lı her uçak yolculuğunda olduğu gibi American’la yaptığımız seyahatte de tabii ki valizimiz kırık çıktı uçaktan ama American kırılan valiz yerine beş dakika içinde bir yenisini verip bir de seçmek için önümüze üç alternatif sununca, bizden mutlusu kalmadı havalimanında. Daha Türk Hava Yolları’nı kırdığı, kumaşını yırttığı ve pert raporu verilen pusetin tazminatına ikna edememişken, bünyede bir şaşkınlık oldu tabii ama alışacağız:)

Otel konusuna gelince, booking.com’a erişimi engellenmiş bir ülkenin vatandaşı olarak otel rezervasyonunuzu nereden yaptıracağınızı çok merak ederek, naçizane hotel tonight adlı mobil aplikasyonu kullanmanızı önereceğim. Gayet bol sayıda yıldızı olan, merkezi ve normalde uçuk fiyatlı otellerde bu aplikasyon sayesinde çok uygun fiyatlara kalabilme şansınız olursa bir gün; ertesi gün başka, bir sonraki gün bir başka otele taşınmanız gerektiğinde bana kızmak yok ama:)

Nerede kalmalı derseniz? Biz downtownda, ‘The Loop’ diye tabir edilen, adını etrafında ring yapan trenden alan, her yere yürüyerek gidebileceğimiz kadar merkezi konumdaki bir bölgenin dört yıldızlı bir otelinde kaldık. Yıldız konusuna giriyorum çünkü NY’da aynı merkezi konumdaki dört yıldızlı otelin banyosundan hamam böceği çıkması çok olasıyken, Chicago’da dört yıldız eşittir bildiğiniz dört yıldız olduğundan, oteller konusunda pek yanılma ihtimaliniz yok. Ben yürümeyi severim, sorun değil derseniz The Loop civarında kalmak keyifli oldukça. Dümdüz bir şehir, geniş caddeler ve yürüme yolları, bize günde minimum on beş bin adıma patladı. Yiyebilseydim mesela, ne güzel dengelerdi o kalorileri adımlar:) Merkezden daha da merkeze gitmek istiyorum, alışverişe yakın olmak istiyorum diyorsanız, Magnificent Mile civarındaki otellere bakılabilir bu durumda ama on dakika fark eder arası, değmez zannımca!

Nereyi gezmeli, ne yapmalı derseniz…Bebekli ve beş günlük seyahatten yola çıkarak tavsiyelerim şöyle…

Şehre bayılarak başlangıç yapmak istiyoruz Pino, ne yapalım derseniz; gün batımında bir roofa gidin ve içkilerinizi keyifle yudumlayın demeyi çok isterdim ama tam tamına 23 aydır toplam 5 kadeh şaraptan öteye geçemediğim için size bebekli anne tavsiyelerinde bulunabileceğim, şaraptı biraydı (ki Sercan 5 günde 25 farklı çeşidini afiyetle götürdü göz göre göre) artık o kısmı size bırakıyorum.

Biz şehre akşam üzeri vardığımız için ilk günden gün batımında Millenium Park’ta olma şansını yakaladık. Montreal’in soğuk havasından Chicago’nun bahar havasına, çiçek açmış ağaçlarına, batmak üzere olan güneşle mavinin elli tonuna bürünen gökyüzüne ve harika aydınlatılan gökdelenlerine terfi edince, bünyede bir endorfin atağı oldu tabii ister istemez. Park çok geniş ya da çimlere yayılıp yatmak için devasa bir yer olmasa da, yukarıda saydıklarımı bir arada görüp sadece bakmak, seyretmek için bile çok güzel. Parkı bu kadar meşhur hale getiren unsur ise elbette Anish Kapoor’un şehrin simgesi haline gelen dev Cloud Gate ya da The Bean diye bilinen heykeli. Gerçekten çok etkileyici. Olurda bir gün yolunuz düşerse şehre Millenium Park’tan başlamanızı tavsiye ederim ama mutlaka hem gündüz hem de gece gidin ki, farklı zamanlarda hem parkın hem de heykelin güzelliğine şahit olabilesiniz.

Parkın devamında ve hemen yürüme mesafesinde üç farklı opsiyonunuz var; Magnificent Mile / Michigan Avenue boyunca yürüyüp alışveriş yapmak, Chicago nehri boyunca yaklaşık 1 – 1.5 saat kadar süren ve şehrin mimari yapıtlarının anlatıldığı (bol bol Amerikanvari esprinin yapılıp koca koca gülündüğü) nehir turlarından birine katılmak ya da bisiklet kiralayarak Michigan Nehri boyunca gezmek, çimlere serilmek ve Caddebostan sahilinde geçen yaz Atlas’ı slingte nasıl taşıdığınızı anımsamak:)

Bisikletle başlayayım…Atlas’a hamile olduğumu öğrenmeden bir gün önce çok sevdiğim Bozcaada’da günü Habbele ve Ayazma üzerinden bisiklet tepesinde geçirip, dağ tepe taş tırmanmış ve ertesi sabah haberi aldığımda bisikletime uzun bir süreliğine veda etmiştim. Taa ki Chicago’ya kadar…Aradan geçen neredeyse iki yılın sonunda Chicago’da ben yeniden bisiklete binme fırsatını yakalarken, Atlas ise ilk kez bisiklete binmiş oldu.  Benim anne olana kadar gündelik hayatımda çok keyif alarak yaptığım bir aktivite olduğu için bisiklet kısmı Chicago’da özellikle keyifliydi, ancak sizin bisikletle aranız nasıldır bilemem:) Eğer ki sever ya da denemek isterseniz, Millenium Park’ın içinde bebek/çocuk koltuğu ile birlikte bisiklet kiralayabileceğiniz ve resmi tatillerde dahi açık olan bir merkez var. Buradan saatlik ya da yarım / tüm günlük kiralamalar yapıp hava da güzelse kilometrelerce yemyeşil bir parkta bisiklete binme keyfini yaşamak mümkün. Biz ağırlıkla Lake Front Trail’da dolandığımız için bu bölge için ufak bir uyarıda bulunayım, gitmeden yanınıza yiyecek bir şeyler almanızda fayda var, zira etrafında bir tek büfeden başka pek bir yeme içme mekanı bulunmuyor ve dahi Atlas ömrünün ilk neden yapıldığı belli olmayan pizzasını bu sayede midesine indirdi bile, dokundu da diyemem ama:)

Hazır dolar kuru bu kadar yükselmişken Magnificent Mile’da ne kadar alışveriş yaparsınız bilmem ama Anthropoligie, Uniqlo, Lululemon gibi markaların yanında daha lüks, designer markalara kadar her türlü mağazaya bu civarda ulaşmanız mümkün.

İlk gidiş için Mag Mile’da denen bölgenin ana caddesi olan Michigan Avenue’yu görmek hoş olsa da; biraz daha butik mağazalardan alışveriş yapayım, daha orijinal bir şeyler bulayım derseniz, bir alt paralelindeki Rush St’e bakmanızda fayda var. Hatta Cuma ya da Cumartesi gününe denk gelirseniz Rush’ın bitiminde Bellevue ile kesiştiği noktadaki publar, restoranlarda şehrin canlılığını yaşayabilir, kendinizi ansızın İstanbul’da, boğazda ya da Nişantaşı’nda bir yemeğe çıkmış gibi hissedebilirsiniz. Dahası Rush St’in de bir üst sokağında Ny East Village vari, turistik olmayan, daha ‘local’ların tercih ettiği, bol İtalyan mutfağına hatta bir çok farklı mutfağa ait restoranlara denk gelebileceğiniz keyifli bir State St. ve Wabash Av. de var ki, biz restoranlara giremedik ama olur da girerseniz memnun kalıp keyif alacağınız garanti. Rush’a gidecek olursanız Madewell’e uğramanızı tavsiye ederim, alacak bir şey bulamasanız dahi kapısında beklerken Dustin Hoffman’ı falan görmeniz olası, ya yaa öyle oldu vallahi:)

Chicago nehri üzerinde yapılacak architecture tour’ların detayına pek girmiyorum, zaten normalde bu tarz turları geyik de buluyorum ama keyif almadım da diyemem. Kısa bir tatil, rahat bir program, merkezi konum, pusetle konforlu, hava güzelse daha da keyifli ve alternatifi bir müzeye ayıracak kadar uzun zaman yokluğu gibi kriterlerde keyifli vakit geçirmek için düşünebilirsiniz.

Cam balkondan Chicago’yu izlemek istiyoruz derseniz…Chicago uçağında konuştuğumuz ‘oralılar’ John Hancock Observatory’i, şimdiki adıyla 360 Chicago’yu tavsiye etse de biz terchimizi Willis Tower Skydeck’ten yana kullandık ve binanın 103. katından, 412.4 m yükseklikten şehri izledik. Durmadan Chicago’yu New York ile kıyasladığımdan, WillisTower manzarası için de hemen söyleyeyim ki Empire State’ten daha güzeldi. Gidecek olursanız iki farklı noktadan farklı manzaraları izleme şansı sunacağından hem Hancook hem de Willis’i deneyebilirsiniz ki her ikisi için de gün batımına yakın orada olmanızı tavsiye ederim. Yerden görüp büyülendiğiniz o manzaraya bir de gökten bakıp daha da etkilenmemek mümkün değil…

 

Neticede Chicago’ya baharda gitmek oldukça keyifliydi ama şehirden aklımızda kalan yerleri görmek, Navy Pier’e uzaktan bakmak yerine bizzat içinden dönme dolaba binmek, bisikletle yanından geçtiğimiz sahillerde göle girip, güneşlenmek ve akvaryumdu, bilim müzesiydi gibi daha büyümüş bir Atlas’ın daha ilgisini çekebilecek mekanları da ziyaret edebilmek için bu yaza bir plan daha yaptık…

Beş günün sonunda son dakikada zorlaya zorlaya aktarmalı uçuşla dahi olsa iyi ki gittik diyebildiğimiz bir seyahat oldu…Chicago dönüşü Montreal’de kendimizi ‘köyümüze dönmüş’ gibi hissetsek de, apart otelde kalmaya devam ediyor olsak da, evi özlemişiz, dönmek güzeldi:) Evde olmak deyince söz konusu Montreal olunca kibar ve güler yüzlü insanlar arasına dönmek güzeldi de diyebilirim çünkü Amerikalıları her daim kaba ve septik buluyorum. Sözde özgürlükler ülkesinde bin beş yüz kurala göre hareket etmek gerekirken ve polisi, gümrük görevlisi, güvenliği herkes psikopata bağlamış vaziyette rahatsız edici septik bir ruh halindeyken hangi özgürlükler ülkesi, anlamak mümkün değil. Özgürlüğün böylesi sertleşmesi bana hiç hoş gelmemiştir, yine gelmedi.

Chicago vesilesi ile ilk seyahat yazımı da yazdım ama ne yalan söyleyeyim kompozisyon ödevi gibiydi…

Uzun da tutmamaya çalıştım ama elimde değil:) Umarım keyifle okumuşsunuzdur, ne diyeyim:)

Boşverin siz Chicago’yu zaten, önce bizi görmeye Montreal’e gelin:)

Pino

Pınarthepino

Expat wife, ex media strategist, recently a full time mom, chief travel-dreams officer, aspiring cyclist, rookie blogger, habitual writer, new Montrealer...

RELATED POSTS