Montreal’e gelerek nefsime hasretlik damarından ağır eziyet ettiğimi şimdilerde daha iyi anlıyorum.
Hiç, ama hiç bu kadar özleyeceğimi düşünmezdim.
Özleniyormuş.
Geride bıraktığın eşin, dostun seyreliyor, geriye esaslı birkaç dostluk ve varsa yoksa ailen kalıyormuş.
Memleket mi?
İstanbul’a ilk taşındığım yıllardı, Ankara’da yaşayan babama haber vermeden, sabahın O’nun en uyuyor olma ihtimali olan saatinde eve varacak şekilde uçağa atlar ve işbirlikçim annemin kapıyı sessizce açması üzerine eve sızıp, babamı öpe sarıla uyandırır, O’na sürpriz yapardım. O zamanlar daha 50’li yaşlarının ortasındaydı, İstanbul’da çalışmaya gittim diye O bana hafif kırgın, ben O’na hafif kızgın, hasret giderirdik. Yazarken bile tüylerim diken diken oluyor. O zamanlar sadece İstanbul’da yaşadığımdan ve şu an taa Montreal’e taşınmış olduğumdan, bu anılar beni bu ara oldukça zorluyor.
Geçenlerde Göçmen Anneler’de haftanın anket sorusu olarak üyelerimize ‘Türkiye’nin en çok neyini özlediniz?’ diye sorduk. Üyelerimiz derken, Türkiye’den dünyanın dört bir yanına göç etmiş 3000’den fazla kişiden bahsediyorum. O dünyanın her yerinde, binbir türlü farklı kültürde yaşayan göçmen anneler bu soruya ne cevap verdiler biliyor musunuz? Yanlış cevap! Ben de dahil neredeyse hepimiz o içinde özlem geçen soruya yanlış cevap verdik. Çünkü; neredeyse hepimiz ‘özlem’ kelimesini görünce soruyu ‘Türkiye’den bir şeyler’ yerine ‘Türkiye’den kişiler’ ile özdeşleştirdik ve bingo! Hepimiz anne babamızı özlemiştik…Anne baba bu; ikisi gibi de yar olmaz, yerlerine kimsecikler konulmaz, nasıl özlemeyelim?
Annemi ve babamı en son bundan 1.5 ay önce gördüm. Bizi Atatürk Havalimanı’ndan yolculamalarının üzerinden sadece 2 ay geçmişti ki bir akşam Atlas’ın altını değiştirip pijamasını giydirirken odasından içeri annemle babam girdi ve sonrasında tam bir ay bizimle kaldılar. Onlar buradayken Atlas dünyaya geldikten sonra Sercan’la anne baba olduğumuzu unutup, Atlas’ın büyük ağabeyi ve ablası gibi takıldığımız; aralıksız, üst üste keyifli yemeklere çıkıp, sinemaya, konsere gidebildiğimiz ve yeniden sevgili gibi yaşayabildiğimiz ilk ayımızı ‘gördük, geçirdik’. Ailemin Montreal’e geleceğini duyan bir arkadaşım ‘sakın tamamen koyverme Pınar’ diye tavsiyede bulunmuştu ama ben arkadaşımı dinlemeyip dolapta ne olduğunu, ütüyü kimin yaptığını, evde ne yendiğini unuttuğumun koskoca bir ay geçirdim bütün koyvermişliğimle. 35 yaşında hala babasının dizine yatan, annesinin omzuna başını yaslayanlardan olduğumdan annemin babamın yanımda oluşunun keyfini de, ele geçmez konforunu da doyasıya sürdüm o bir ayda. Göçüp gittiğiniz yeni ülkede ‘baba ocağı’ konforu yaşamak nasıl bir his, nasıl bir konfor, aranızda benim gibi gidenler varsa bilir. Yokluğu çok koyan bir konfor. Burnunuzun direğini sızlatan bir konfor. Kalbinize taş oturtan bir konfor. Öyleymiş yani, geldikleri gibi bir gece ansızın gittiklerinde öğrendim ben de. Dediğim gibi bir gece, geri dönecek olmaları ihtimaline üzülmeye belki iki hafta, belki bir ay önceden başlamışken Montreal’deki evimizden çıkıp, gittiler. Çok ağladım o gece, sonrasındaki günlerde de. Blogda hiç bundan bahsetmedim, Instagram’da birlikte olduğumuz bir ayın bir videosunu post ettim, altına gözyaşlarımı not ettim ve gidişlerine çok içerledim. Acaba hiç gelmeseler daha mı iyiydi diyecek kadar hem iyi ki gelmişler, hem de keşke hiç dönmeselerdi.
Blogda yazmayalı neredeyse bir ay oldu. Onu yazayım, bunu yazayım derken koşturmaktan, yeni bazı telaşlardan bir türlü yazmak kısmet olmadı. Kimi zaman yazacaklarım aklımdan uçtu gitti, kimi zaman içimde cazibesini yitirdi. Taa ki göçmen annelerde özlemlerimizi okuyup da burnumun direği yeniden sızlayana, annemle babam burnumda tütene kadar. İşin içine özlem girince gittiğim kursun öğle arasında oturdum bu satırları yazıyorum şimdi.
Sözün özü diyeceğim; hiçbir zaman azalmayan bir şiddetle annemi ve babamı çok özledim.
Bu da benim göçmenlik ile ilgili mutlak ikilemim olarak benimle göçtüğüm müddetçe yaşayacak sanırım.
Bazen kendime ‘birlikte geçirecek kaç yılımız kaldı?’ diye sorup buralarda olmamıza değip değmediğini ölçüp biçmeye çalışıyorum. Terazinin bir kesesine ailemi, oğlumu, buradaki huzurumuzu, gelecek kaygılarımızı diğer kesesine ise annemi, babamı, ağabeyimi, beni hiç görmeden büyüyen yeğenlerimi koyuyorum. Terazinin kesesine bile giremeyen başka hesaplar da var üstelik; annemin, babamın ve benim, hepimizin yıllarca ben okuyayım, iyi bir kariyere sahibi olayım diye sarf ettiklerimize, hepimizin emeklerine girmiyorum daha. Girsem, oralar çok karışık, işin içinden çıkamıyorum.
Geçenlerde çok sevdiğim bir büyüğüm ‘ben senin yeni titrenin expat eşi olduğunu gördükçe irkiliyorum, ben seni böyle tanımıyorum’ dediğinde ben de o titrenin bana ait olmadığının farkındaydım. Ama diyorum ya, oralar çok karmaşık. Annemle, babamla geride bıraktıklarım, yıllarca tırnaklarımla kazıdıklarım ve şimdi baştan tırmalamaya başladıklarım.
Zor.
Tek zorluğu da bu değil üstelik.
Tek zorluğu bana da değil üstelik.
Babamın hayattaki temel ‘baba öğütlerinden’ biri der ki, nefsine eziyet etme, onu ezdirme.
Montreal’e gelerek nefsime hasretlik damarından ağır eziyet ettiğimi şimdilerde daha iyi anlıyorum.
Hiç, ama hiç bu kadar özleyeceğimi düşünmezdim.
Özleniyormuş.
Geride bıraktığın eşin, dostun seyreliyor, geriye esaslı birkaç dostluk ve varsa yoksa ailen kalıyormuş.
Memleket mi?
Geri dönüp bakınca, aradan geçen zaman halen uzun bir ‘tatil’ sayılabilecek kadar kısa ve geride yaşananlar bu tatil için yeteri kadar ‘doyasıya’ olduğundan, memleketten herhangi bir şeyi özlediğimi henüz söyleyemeyeceğim.
Blogda yazmaya başlarken demiştim; içimde yıllardır göçmen bir kuş yaşar gibiydi ve Montreal’in de bu oğlunu dünyaya getirdikten sonra ‘rüyasında göçebilen’ göçmen kuşa iyi geleceğinden adım gibi emindim.
Annemi ve babamı bir tarafa bırakırsak, Montreal bana iyi geldi mi, geldi!
Burada daha bir tek gün ‘ah bir boğaz havasını içime çekseydim’ dediğim görülmedi.
Denize Mayıs ayında düşmeye alışık bünyem daha suya ayağını değdirmedi ama deniz özleminden de ölmedi.
Biliyor musunuz buraya yaz neredeyse hiç gelmeden bugün ile birlikte geri gitti. Geç gelen yaz geç gider sanıyorduk ama ‘Kanada soğuğu’ denen şey yazdan çalsa da sonbaharından eksik etmeyecek, belli.
Sercan buraya gelirken bana gül bahçeleri vaad etmemişti; içinde bulaşık, çamaşır, ütü, yemek olan gül bahçesini zaten yemezdim de, bol yeşillik, orman, park, bahçe vaad etmişti.
İşte o yeşiller, parklar bana şimdilik yetti.
Memleket özlemi denen şeyi bastıran nedir düye düşününce aklıma ilk onlar geldi.
Sanırım bir de buranın İzmir’e benzeme hali…Sakin, huzurlu, sessiz, kavgasız, gürültüsüz ortamı ile kibar ve güler yüzlü ve mutlu insanları da mutlak ki memleket özlemimi dindirdi.
Olsaydı çok iyi olurdu dediklerim yok mu diye düşününce aklıma ilk ‘Bozcaada’ geldi.
Zaten itiraf edersem burada hayat çok zorladığında gözlerimi kapatıp Bozcaada’ya, Habbele Koyu’na götürüyorum kendimi…Koskoca koyda bir tek ben ve o ileride yeri sanki hiç değişmeden duran kırmızı yük gemisi denizi paylaşıyormuşuz gibi yüzdüğümüzü hayal ediyorum. İyi geliyor!
Biliyor musunuz? Babam blogumu okumamaya devam ediyor.
Demek ki bir gün Montreal’den atlayıp bir uçağa, ona haber vermeden, sürpriz yapıp, eski günlerdeki gibi öpüp sarılarak O’nu uyandırma hayalim sizlerle aramızda.
Bu göçmenlik emeklerimizin ailelerimizden uzak ve onlara hasret kaldığımız günlere değmesi dileğiyle…
Sevgiyle,
Pınar (the Montrealler Pino)
Zeynep
Merhaba Pinar hanim,
Blogunuzu facebook arkadasimin paylasiminiza yaptigi yorum neticesinde sayfamda cikmasiyla farkettim. Yurtdisi tecrubenizden ve ozlemlerinizden bahsettiginiz yazinizi keyifle okudum. 3 senedir uzaklarda yasayan biri olarak her cumlenizde ne anlatmak istediginizi gonulden hissettim.
Cok uzatmadan bir kac sey paylasmak istedim. Yurtdisina goc etmek cogu zaman cok buyuk istek, mucadele ve emekle basliyor.Kimse gercekten istemeden boyle bir maceraya atilamaz herhalde..Biz de esimle cok isteyerek soguk bir aralik ayi sabahi arkada ne var ne yoksa birakip 2 kisilik yeni hayatimiza merhaba dedik..bizim ilk lokasyonumuz Minneapolisti..her ne kadar uzun suredir hayal etseniz de gercekler bir anda yuzunuze carpiyor, bogaziniza bor yumruk oturuyor neden geldim ben simdi, nasil gecer burda zaman dusunceleri basliyor kemirmeye aklinizi..Allahtan cok surmuyor:)yavas yavas herkesin hayalini kurdugu bu ulkede kucuk bir bebegin minik ilk adimlarindaki sevinci gibi basardiginiz her sey sizde buyuk mutluluklar yaratiyor..ilk 4 ay alisma ve dedigim gibi her seyi kesfetme,ogrenme basarma aylari..o yuzden motivasyon tavan…sonra hayat geciyor, sevdikleriniz hayatlarina cok uzaklarda devam ediyor; dogumgunleri, bayramlar, tatiller geciyor gidiyor..siz uzaktan izleyebiliyorsunuz..biz Amerika’ya gelirken kaliriz veya doneriz seklinde karar alarak gelmedik, 2 yil sure verdik kendimize istersek kaliriz istemezsek doneriz dedik..3 yil bitiyor simdi..one way ticket almanin duygusunu, gidipte bir daha ne zaman donerim, ya da donebilir miyim dusunceleriyle dolu 11 saatlik yolculugu ancak yasayan bilir..bunlari abartmak icin asla soylemiyorum, ayricalik falan da degil hic..sonucta kendi irademizle isteyerek,bilerek geldik..yasadigim, asla hic bi sey karsiliginda kazanamayacagim ogrenimler,deneyimler tabiki gozyasiyla birlikte geldi hep..bu da isin gercegi..aciyi yasamadan gercekten olgunlasamiyor insan..simdi de olgunlastim mi bilmiyorum ama en azindan dunku benden daha iyiyim🙏🏼
Ozlem hep oluyor, bir donem cok artiyor, bazen azaliyor ama herkese en cok da aileye ve dostlara olan ozlem hic bitmiyor..Burada cok guzel insanlar tanisamda ben soylemeden gozumden herseyi anlayacak kimse yok maalesef..Bu da insani bir sure sonra benim hayatim isten mi ibaret, nerede benim ailem, dostlarim sevdiklerim, deger mi 10.000 km uzakta 10 saat farkla yasamaya, konusamamaya vs dusunceleriyle basbasa birakiyor..sizin gordugum kadariyla bir de oglunuz var allah bagislasin..cocuk olunca belki durum farkli olabilir o konuda yorum yapamam ama diger turlu hayat cok anlamsizlasiyor..
siz de takdir edersiniz ki her yolculuk bir kitap yazdiracak kadar cok yasanmislik getirir o yuzden uzatmayayim daha fazla..velhasil uzunca suredir donmek mi dogru kalmak mi ikilemi arasinda kalip, ne bu ulkeye ait olup ne de TRye ait olamayip tam bir araf durumu yasadiktan sonra farkettik ki biz artik canimiz nerede isterse orada yasayabilecek kabiliyeti edinmistik. Bugun Amerika’dan sikilabiliriz, yarin avrupa’ya geceriz ya da TR’ye doneriz..bugune kadar yaptigim herseyi dogru ya da yanlis baskalarini dinleyerek degil, kendimi dinleyerek yaptim..ve yine oyle yapacagim..dogru benim yanlis benim..hayat benim..ve hayatin actigi her kapida vardir bir hayir..🙏🏼bakalim daha ne kapilar var acilmayi bekleyen..
sizlere yolculugunuzda mutluluklar dilerim. Her sey umdugunuz gibi olsun.
Sevgiler
Zeynep
Pınarthepino
Zeynep Hanım merhaba…
Sanırım instagram da göçmen annelerde de sizinle birlikteyiz:) Değilsek de buyurun, bekleriz…Göçmen Türk kadınlarının birarada olduğu ve sıkıntılarını, mutluluklarını paylaştıkları bir dayanışma platformu bizimkisi. Anne olan üyeler de var, olmayanlar da. Mühim olan göçmenlik ya da göçme niyeti:)
Mesajınızı büyük keyifle okudum.
Sizin gibi okurlara ulaşabilmek de beni çok mutlu ediyor, hatta yazmaya daha da motive ediyor. İlginize ve zaman ayırıp bana yazdıklarınıza çok teşekkür ederim.
Kararınızdan her daim mutluluk duymanız dileğiyle…
Yolunuz bu tarafa düşerse görüşmek üzere,
Çok sevgiler,
Pınar