Pinobenidegotur

BA BAAAAY MONTREAL’DE GEÇEN ALTINCI AY

· Hayatımda daha önce hiç olmamış bir ‘keyfini sürme’ dönemi başlıyor benim için artık. ·

September 19, 2017 3 Comments

Kendimi bildim bileli ya öğrenci ya beyaz yakalıydım. İstanbul’da kalsak, kariyer diye kendimi parçalar; title’ımı kaybetmeyeyim, kazancımdan olmayayım, aman emeklerime yazık etmeyeyim diye kesin hep daha iyisini zorlardım. Burada ise, Pino insanı için geride kalan 35 yılın ardından derin bir kış uykusu vakti geldi çattı. Kendimi bir daha kurumsal bir title altına sokana kadar bir süre şu an varolanın keyfini çıkaracağım ve hayır, gurbetten bu defa şikayetçi olmayacağım...

Atlas’ın deyimi ile ‘ba baaay’ Montreal’de geçen 6. Ay!

Aynen, altıncı ay geride kaldı.

Daha önce hiç yurtdışında yaşama deneyimim olmamıştı. Montreal ile o da oldu. Olması için güzel seçimmiş, hoş biz değil seçimi şirket yaptı ama, altıncı aydan bildireyim, seviyoruz Montreal’i…

Memnun muyum? Hem de çok!

Burayı evim gibi hissediyor muyum? Altıncı ayın sonunda evet, gayet evimde gibi hissediyorum…Gibisi fazla, evimdeyim işte.

Buradan bir sonraki durak için sonsuz ümitliyim bir de elbette.

Demek nereye gidecek olsak, artık kucakta bir yaşında bebeğimiz de olmadığına göre, zaten bütün çekip çekebileceğimiz maksimum buymuş diyorum.

İlk iki ayı çok da takmamak, hayatını yeni şehrinde kolaylaştırabilmek için elinden geleni biraz hızlıca ardına koymamak ve sonrada huzurun tadını çıkarmakmış göçmenlikte kritik olan.

Altıncı ayın ardından bunları yazıyorum ama belki bunu hissetmeye daha erken de başlamış olabilirim, sadece yazmaya ancak imkanım oldu.

Düzenimi kurunca, buralı oldum.

Benim hikayem, göçmen pinoluğum ve anneliğimde düzenle birlikte yolunu buldu.

Bir şehirde siz nasıl evinizde gibi hissedersiniz bilmiyorum ama benim şehri kontrol edebiliyor, deyim yerindeyse olaya hakim olabiliyor olmam gerekiyordu.

Altı ayın sonunda, kendi çapımda ve kendi Montreal habitatımda olaya hakim oldum.

Bilinmezlikler yavaş yavaş ortadan kalktı, sistemle uyumlanıldı, düzene ayak uydurmak için gerekli koşullar sağlandı ve altı ay geride kaldı.

Duygusallık da gitti biliyor musunuz?

Düzen oturtup, kendine uğraşlar edinip, şehir okur yazarlığın arttıkça duygusallaşacak imkan da azalıyormuş meğer.

O burun her daim aynı şiddetle sızlamıyormuş, müjde!

Tadoussac’ta balina izleme seyahatinden…Soğuk ama klasik ‘güneşli’ Kanada havası:)

Uzaklarda çekirdek aile olma fikri de fena değilmiş bu arada.

Gerçekten aile olduğunu anlamak için insana sunulmuş bir solukmuş bu hatta. Hayatta en sevdiğin adam, evladın ve sen.

Duygusallığı geride bırakınca; hayatının favori ikilisi ile hali hazırda evinin tek kadınıyken de, tadına doyulmaz bir fırsat, yerini hiçbir şey tutmaz anılar biriktirmekmiş.

Sadece üçümüzün hikayesiymiş; bizim üstesinden geldiğimiz, becerip de ortaya çıkardığımız, keşfettiğimiz, altından kalkamadığımız, sevincini hüznünü paylaştığımız, zorluğuna göğüs gerdiğimiz, konforunu yaşadığımız, keyfini sürdüğümüz…

Birbirimizi daha iyi tanıyabilmek için ek bir sahne sunulmuş gibi, ömrümüzün bir perdesini çokça başbaşa yaşamakmış.

***

Altı ay geride kaldı.

Daha öncede yazmıştım, sokağa korkak adımlar attığımız günlerden, kaygısız ve mutlu adımlarla yere basabildiğimiz günlere geldik diye.

İşte o günlerde daha da yol aldık şimdi.

***

Hayatımda daha önce hiç olmamış bir ‘keyfini sürme’ dönemi başlıyor benim için artık.

Yaz bitti.

Parkın, bahçenin sonu da yakında gelir.

Oğlumun her gün iki saatlik aktiviteleri ile bir nevi okulu açıldı diyelim…Bilmeyenler için henüz 1.5 yaşında kendisi:)

Hiç istediğim kadar çok kitap okuyabildiğim, istediğim zaman yatıp uyuyabildiğim, canım çekti diye kalkıp istediğim yemeği yapabildiğim, düzenli spor yapabildiğim, aklıma geldikçe yazı yazabildiğim, dur bugün şu filmi izleyeyim deyip de açıp izleyebildiğim, eşle dostla geniş zamanlarda rahat rahat görüşebildiğim, keyfime boş durabildiğim bir dönemim olmadı uzun ama çok uzun yıllardır benim.

Kendimi bildim bileli ya öğrenci ya beyaz yakalıydım. Öğrenciyken ya hep çok çalışırdım (evet, inektim!), ya antremanlardan arta kalan zamanda bir şeylere yetişmeye çalışırdım. Beyaz yakalılığımın büyük bölümü ise fazla mesaideydi. Eşimle ofiste nişanlanmamıza ramak kalmıştı, doğumu ise neyseki hastaneye denk getirdim.

Diyeceğim…

Pino insanı için gerçekten geride kalan 35 yılın ardından derin bir kış uykusu vakti geldi.

Bu imkana İstanbul’da sahip olamazdım.

İstanbul’da kalsak, kariyer diye kendimi parçalardım; title’ımı kaybetmeyeyim, kazancımdan olmayayım, aman emeklerime yazık etmeyeyim diye kesin hep daha iyisini zorlardım. O koşullarda en doğrusunu da yapardım ama koşullar değişti.

Burada imkan diye bahsettiğim şeylerin hiçbirini para ile satın almayacağımı bilmek durumun naifliğini anlatmaya yetiyordur umarım.

O yüzden altı ayın sonunda, göçmenliğimden ve gurbetten şikayet etmeyeceğim.

Bundan sonra, kendimi bir daha kurumsal bir title altına sokana kadar bir süre bu halimin keyfini süreceğim, şu an var olanın.

Tam da şurada keyfini süreceğim hatta…Mandy’s kalp ben, seviyorum!

***

Göçmen hayatımın bir gerçeği, sosyal medya sitelerinden birinde adminliğini yürüttüğüm sanal bir platform bu ara.

O platformun ‘fikir babası’ admin arkadaşım Esra geçenlerde bizimle bir araştırma paylaştı.

Araştırmaya göre yeni bir ülkeye ve kültüre yerleşen göçmen ya da expat insanının uyum süreci; önce balayı dönemi, sonra günlük zorluklar karşısında yılma, daha sonra giderek alıştığını hissetme, daha daha sonraları özlem ve kültürel yabancılama dönemlerinin ardından düzlüğe çıkıyor.

Rasyonel Pino tarafımla araştırmanın gücüne bir kez daha inandım, nasıl inanmayayım:)

Terapistinin bile seanslarında durmadan araştırmaları referans gösterdiği bir ‘mantık takıntılısı’ olarak:)

Baba insanının da çalışmayıp bizimle turist gibi takıldığı ilk hafta ‘Kanada karı ne güzelmiş yaa’ şuursuzluğunda balayımın keyfini sürerken, baba insanı işe gider ve ev işleri üzerime biner binmez gelen yılgınlığı unutmadım. Sonra hem ev, hem Atlas’a kreş bulup, McGill’den oyun ablalarımızla tanışıp, markete şuna buna erişimde de ustalaşınca çöken rehaveti annemlerin bizi ziyaretiyle taçlandırıp, buradan dönüşleriyle her dakka ağlar hale geldiğim günler de aklımda. Son iki aydaki ’ben burada ne yapıyorum, peki ben neyim artık, ne işe yarıyorum’ sorgulamalarını da artık atlattığıma göre araştırmalar gösteriyor ki düzlüğe çıkmışım.

İşte o düzlükten yine Atlas’ın deyimiyle sesleniyor ve ‘Haluu Haluu’ diyorum:)

Çok gülüyorum bu haluya…

Sizi de güldürebildiysem ne mutlu!

Pino

Kısa yazacaktım sözde ama olmadı:)

Pınarthepino

Expat wife, ex media strategist, recently a full time mom, chief travel-dreams officer, aspiring cyclist, rookie blogger, habitual writer, new Montrealer...

3 Comments

  1. Sema Atis

    September 19, 2017

    Harika! Kanada’ya eşimin yanına taşınmama ramak kalmışken o duygusal ve özlem dolu yazılar beni çok fazla etkiliyordu…ailesine fazlasıyla düşkün biri olarak burayı nasıl geride bırakırım diye düşünmekten senelerdir hayalini kurduğum daha güzel bir yerde yaşama fikrinin heyecanını bile doğru düzgün yaşayamıyordum. Son bir kaç haftada bir düzelme, pozitiflik, heyecan kendini gösterir gibi oldu ki bu yazı da üstüne ilaç gibi geldi. Teşekkürler 🙂

    • Pınarthepino

      September 21, 2017

      🙂 Rica ederim… Aslında ‘göç’ bilimsel olarak psikolojide ‘yas tutmayı hak eden’ travma olarak sınıflandırılıyormuş ya da ben halk dilinde bunu ancak böyle ifade edebiliyorum:) Dolayısıyla içinde özlem, hüzün olmaması düşünülemez…Ancak; eminim biteceğini, geçeceğini ya da dineceğini bilmek iyi gelecektir. Sevgiler ve bol şans! Yolunuz açık olsun…

  2. melahatkucukarslan

    October 6, 2017

    Merhabalaaar. Yazınızda alıntıladığınızaraştırmaya ulaşmak isterim. Referans bilgilerini siz biliyor musunuz?

Comments are closed.

RELATED POSTS