Pinobenidegotur

MONTREAL GÖÇMENİNİN GELMEK BİLMEYEN YAZLA İMTİHANI

· Montreal böyle. Garip ama, eve davet ettiğin misafirine ‘bu haftasonu hava son kez güneşli olacakmış kardeş, öteleyelim mi’ diyebiliyorsun ve o da buna anlayış gösterebiliyor. ·

September 21, 2017 Comments Off on MONTREAL GÖÇMENİNİN GELMEK BİLMEYEN YAZLA İMTİHANI

Neticede hepimiz aynı mevsimsel istikbalin evlatlarıyız, mücrimiz gibi titreyeceğimizi bildiğimiz kış öncesi Kanada’lı misali medeni medeni anlayış taşırıyoruz...

Başlığa bakınca Montreal’e gelmek bilmeyen yaz mevsimi hakkında bir şeyler anlatacağım düşünülebilir ama aslında bir önceki yazının devamını getirip, konuyu da her günümüzün açılış ve kapanışına damgasını vuran hava durumuna bağlayacağım. Araya da sonbahar temalı fotoğraflar ekleyeceğim; çünkü şehir daha yazsal görsellere elverişli değil şu anda 🙂

Son iki yazım arasındaki bir günlük süreyi gözardı edersek:) uzun zamandır blogda sık aralıklarla yazı paylaşamıyorum.

Montreal’e ilk taşındığımız günlerde hayatımızda bir yardımcı bile yokken nasıl oluyordu da gece yarılarına kadar o yazıları yazıp, uykusuz kalma pahasına sizlerle paylaşabiliyordum, bilmiyorum. Elbette ki o dönem yalnızlıkla en iyi başa çıkma yöntemi ve hayatla bağlarımı sıkı tutmak için en iyi aracı bu blogtu. Altı ayın sonunda ise yeni uğraşlar, arkadaşlar, hevesler, heyecanlar, koşturmacalar derken göçmen hayatımın trafiği yoğunlaştı ve yazılar seyrekleşti. Başından beri beni okuyanlar için sevindirici bir haber olsa gerek, ne günlerden bu günlere geldik neticede değil mi?

Hayatım yoğunlaştı. Evde bazen ‘elinden telefon düşmüyor’ eleştirilerine maruz kalır oldum. Ev ahalisi beni sosyal medya ile paylaşmaktan şikayet ede dursun, ben Montreal’e taşınma ile hayatı bir nevi mobil bir cihaza bağlı yaşamaya başlamış bulunuyorum. Hali hazırda bir yandan bu blogda yazıyorum, diğer yandan kişisel Facebook ve Instagram hesaplarımdan beni arayıp sormayan eş, dost ve arkadaşın ‘arayamıyorum ama sosyal medyadan takipteyiz’ mazeretlerini haklı çıkartacak kişisel paylaşımlarda bulunuyorum ki arayıp sormamaya devam edebilsinler (uuuuh!). Dahası bloga ait ayrı bir Instagram hesabından (pinobenidegotur) Montreal maceralarımızı paylaşırken, bir de benim gibi bebeğiyle Dublin’e yerleşen expat eşi arkadaşım Esra ile açtığımız ve 4000 küsür üyeye ulaşan Facebook’taki ‘Göçmen Anneler’ grubunun adminliğini yürütüyorum. Sanal bir dünyada nasıl da yoğunum, anlatabiliyor muyum? Bazı akşamlar ‘benim çalışmam lazım’ deyip bilgisayarın başına oturduğumda eminim komik bulunuyorum ama sanal da olsa, sosyal medya üzerinden de olsa kendime kendimi mutlu ve bir işe yarıyormuş gibi hissettirecek olağan uğraşlar yarattığım için seviniyorum.

Bence soğuktu ama onlar bikinili mayoluydu?!?

Gerek Pinobenidegotur gerek Göçmen Anneler sayesinde hayatımda daha önce hiç tanımadığım ve henüz karşılaşmadığım birçok yeni arkadaşa sahip oldum. 35 yaş gibi bir yaşa gelince, hatta belki çok daha erken, 30’larındayken artık eş dost edinmenin zor olduğu bir döneme girildiğinden bahsedilir. Benimse sosyal medya sayesinde hep bunun aksine bir yönde kendime arkadaş hatta dost edinebildiğim bir sürecim olmuştur. İstanbul’da aynı şehirde yaşarken yıllarca yüzyüze bir türlü gelemediğimiz halde dost kalabildiğim bir Selda mı desem, Banu mu, Hatice mi? Aynı işyerinde çalışmayı bıraktığımız halde birbirimizin Pino’su olmayı bırakmadığımız Pinar’ı mı söylesem, yoksa aynı adanın sevdasının peşinden giderken nihayet dost olduğumuz Asude’yi mi? Zeze’nin annesi Nilgün Hanım’la yakında 10 yılı bulacak olan sanal dostluğumuzdan, mutluluğundan mutluluk duyma halimizden de bahsedebilirim tabii…İyidir yani sosyal medya, sanal dünya candır. Hayat koşturmacası içinde yetişemediğimiz yerlere, yetemediğimiz zamanlara ulaşma yoludur. Göçmenlikte de bal gibi sanal meslek edindirir, ‘group admin’ title’ı verir insana:)

Göçmen Anneler:) Aslen Esra’nın fikri, ben ‘hadi yapalım mı Pınar’ sorusunun ‘hadi’ cevabıyla üzerine atlayanı:) Netice…4000 küsür üye, dünyanın dört bir ama cidden kırkdört bir yanından göçmen, expat, expat eşi kadın. Ortak kaygılar, benzer hikayeler, ihtiyaçlar, heyecanlar, sorular, sorunlar…Montreal’de başın sıkıştığında, ne bileyim doktor ‘bebeğiniz için florürlü diş macunu kullanın’ dediğinde 20 farklı ülkeden 133 annenin yaşadıkları ülkelerde şebeke suyuna florür katılıp katılmadığından başlayarak, kendi diş hekimi ve diş macunu deneyimlerini bir nevi google’layabileceğiniz ya da bir gece artık aile özlemi burnunuzda bir sızıya dönüşmüşken tüm samimiyetinizle özlem üzerine bir post açıp yüzlerce aile özlemi çeken kadınla derdinizi paylaşabileceğiniz bir platform. Fırtınadan başını kaldıran Florida’lı bir annenin sabah gözünü açıp ‘bitti mi bitti’ diye başından geçenleri anlatma ihtiyacı hissettiğinde kendisine O’nu dinlemeye ve yaşadıklarını paylaşmaya hazır yüzlerce arkadaş sunan; hangi nakliye firmasıyla taşınacağını, gittiği şehirde nerede ev tutabileceğini bilmeyenlere yol gösteren, farklı ülkelerdeki farklı eğitim sistemlerinden aklı karışanlara rehberlik edebilen bir grup gönüllünün fikir paylaştığı, aramıza yeni katılan bebeklere yaban ellerde hayatlarını kolay sürdürmelerini sağlayacak isimler önerdiğimiz, çocuklarımızın okula başlama heyecanlarını paylaştığımız, hatta kendi alanından uzmanlarla göçmen annelerin canlı yayınlar ya da video üzerinden birbirlerine ulaşmalarına imkan sağladığımız bir dayanışma grubu. Göçmen Anneler’in beni en mutlu eden tarafı sanırım bize ulaşan hiç kimsenin yaşadığı ya da taşınacağı şehirde artık yalnız kalmayacağını, Montreal’e geldiğimde içine düştüğüm yalnızlık ve çaresizliği bu grup sayesinde bazı yeni göçmenlerin nispeten daha az yaşayacağını bilmek.

Pinobenidegotur mu? Altı ayın sonunda bazı sabahlar gozumu açıp Montreal’e taşınacak yeni birinden bir mesaj daha almış olarak uyanıyorum. Buraya taşınacak kişiler nasıl oluyorsa bloga ulaşıyor ve ben de onlara bir grup arkadaş ile birlikte bazı şehre özel tavsiyeler sunuyorum. Bu arada, bir süre daha bu azimle Montreal’de yaşamaya devam edersem muhtarlığa aday olabileceğim konuşuluyor. Gülüyorum ama bakmayın, dünyanın öbür ucuna bir daha taşınsam artık kurşun işlemez bana, Montreal sayesinde bunu öğrendim ve mutluyum. Muhtarlıksa muhtarlık, en alasını yaparım gibi bir güç geliyor insana ama mümkünse bir süre taşınmayalım:) Neyse blog diyordum…Bazı günler blogda yazdığım bir yazıya kendi hikayesiyle dönen biriyle uzun uzun yazışıyorum. Yazmak insanın kalbini açması gibi bir şeyse demek, okuyan da kendi kalbini hiç tanımadığı birine samimiyetle açabiliyorsa, o gün o iki kişi arasında sağlam bir bağ kurulabiliyor. Başka bazı günlerde yazdıklarımı okuyan başka bir anneden parkta salıncak sallarken yazılarımı okuyup, rahatladığını, kendini daha iyi hissettiğini duyabiliyorum. Yazarken, yazdığımdan mutlu olduğum yetmezmiş gibi, bir de üstüne okuyanla bağ kurup mutluluğumu çoğaltıyorum. Güzel gidiyor yani. İleride bir gün buradan taşınacağız, hatta Atlas büyüyecek ve geri dönüp O da ben de Sercan da bu blogdan kişisel tarihimizi okuyacağız ve iyi ki diyeceğiz, biliyorum.

Atlas demişken…Yazın son demlerinde bir uyku mağruru…

Nasıl mıyım? Son yazıda altı ayın ardından nasıl olduğum hakkında uzun uzun bahsetmiştim ama biraz daha detaya ineyim…Altı ayın sonunda göçmenlikte zırhlarımı giyinmiş haldeyim. En büyük derdim yalnızlığa elveda deyip, geçenlerde Montreal’de bir piknik bile düzenleyebildim. Parkta bahçede ‘vay be insanların insanları var’ diye iç geçirdiğim sofralara benzer bir sofrayı biz de kurup güzel bir pazar geçirdik. Sokakta Türkçe konuştuğunu duyup üzerine atladığım insandan tutun da, buraya gelirken bana kol kanat germiş kıdemli Montreal’li dosta, yılların Galatasaray’lısına iyi ki Fenerbahçeli’ler var dedirten yeni dostlardan, göçmen annelerden bizi duyup aramıza katılanlara, yolun başından beri bizi hiç yalnız bırakmayan canım McGill oyun ablalarına kadar artık kalabalık bir ekibiz. Bu arada göçmenlikte altı ayını tamamlamış bir insan olarak gurbet elde neden Türk’ün Türk’le görüşmek istemediğini ise çözdüm, dileyene özelden deneyimlerimi seve seve aktarabilirim. ‘Yemek işinde ustalaştım, ev temizliği benden sorulur, ev kadınlığıma değinmeden edemeyeceğim’ gibi şeyler hala söyleyemiyorum, zaten bu tarz yetilerle ‘elim çok lezzetlidir’ minvalinde övünen insanları, hatta zaten genel olarak kendiyle övünen insanları anlamakta zorlanıyorum. Ama işte pişirip, yiyiyoruz ve ne pislikten ne de açlıktan öüyoruz noktasındayız. Yurtdışına taşınırken bana yapılan ‘orada her işini kendin yapacaksın, buradaki gibi yardımcıyı nereden bulacaksın, çok zor, çok pahalı’ baskılarına ise altıncı ayın sonunda kocaman bir ‘nanik’le cevap vermek istiyorum. Tam da bu noktada insanımızın her şeyi bilme ve her şeye yorum yapma huyundan toplumca nasıl müzdarip olduğumuzu görüp taşındığımıza bir kez daha seviniyorum.

Yazıyı bitirirken, hava durumuna değinilmemiş bir Montreal yazısı düşünülemeyeceğinden, hemen o tarafı da özetliyorum:) Montreal’i son bilmem kaç yılın en sert kışının beklendiği konuşuluyor bu ara burada. Birileri konuşuyor. Kim bu birileri ve neye dayanarak konuşuyorlar henüz çözebilmiş değilim; çünkü o aynı birileri yaz başında da bu sene yazın harika geçeceğinden, zaten Montreal yazının müthiş olduğundan falan bahsediyorlardı. Olanı söyleyeyim ben size; Ağustos’ta yirmi gün kadar yaşanan yaz gibi günleri saymazsak büyük iyimserlikle ılık bir sonbahar gibi geçtiği söylenebilecek bir yazı geride bıraktık. Yazlık kıyafetler, sandaletler dolaplarda küflendi. Ağustos’un son haftasına doğru geç gelen yaz erkenden şehri terk etti ve bu hafta nasıl olduysa, daha önce hiç olmadığı kadar az yağmurlu ve çok sıcak bir hafta olarak şehre geri döndü. Haliyle ne yapacağımızı şaşırdık. Eve arkadaşlarımızı yemeğe davet etmişken bir anda programları iptal edip sert geçeceği söylenen kıştan önceki son yaz günlerinde kendimizi nereye atacağımızı şaşırarak yakınlarda havuz, göl, kanal bulmanın derdine düştük. Yazdan kalma son iki gün olan bu haftasonunu nasıl değerlendireceğiz diye resmen stres olduk. Montreal böyle. Garip ama, eve davet ettiğin misafirine ‘bu haftasonu hava son kez güneşli olacakmış kardeş, öteleyelim mi’ diyebiliyorsun ve o da buna anlayış gösterebiliyor. Neticede hepimiz aynı mevsimsel istikbalin evlatlarıyız, mücrimiz gibi titreyeceğimizi bildiğimiz kış öncesi Kanada’lı misali medeni medeni anlayış taşırıyoruz:)

Ben Ankara insanıyım, kış bana sökmez, kar severim nidaları falan hepsi hikayeymiş anlayacağınız.

Denize ayağımızı sokmadan geçen ilk yazın ardından bence bunalımdayım ya, bakalım…

Kışı bekliyoruz…

Kasırgadan geriye hala bir ada kalmış olsaydı, St.Martin’e gidiyoruz gibi bir müjde de verebilirdim ama yok, malum geriye pek bir şey kalmadı.

Yani, sonbahara ötelenmiş yaz tatili planları expat kocanın iş yoğunluğu ve Irma yüzünden tarih olmuş bir Montreal yazı mağduru olarak, önümüzdeki günlerde hangi modda olmam gerektiğini ben de bilmiyorum…

Bütün umutlarımızı bu haftasonunun omuzlarına yükledik, bekliyoruz.

Evet, Eylül’ün 20’si ve yaz adına ümitliyiz.

Bekliyoruz:)

 

Pınarthepino

Expat wife, ex media strategist, recently a full time mom, chief travel-dreams officer, aspiring cyclist, rookie blogger, habitual writer, new Montrealer...

RELATED POSTS